Kavak Ağaçlarının Uzun Olmasının Nedeni

185 26 64
                                    

Selammm, herkese mutlu yıllarr! Burdaysanız ses verin:))

*****
Yolun başı kadar gürültülü geçmiyor yolculuğumuz. Kalliope'nin kendi kendine homurdanmasını dinliyorum sürekli olarak ve yüzümün her zamanki kadar normal göründüğüne emin oluyorum. Claris'in sık sık bahsettiği asık suratımı takınmak istemiyorum.

"Aptal kadın. Şimdi nerede giyineceğim ben bu kıyafetleri? Bir kez daha ormanlık alanda giyinirsem yemin ederim-" Konuşmaya devam edecekken bana bakıyor ve ağzının içinde bir şeyler geveliyor. Birbirine küsme hakkı olan küçük perileri hatırlatıyor bana bu tavrı. Bir sivrisinek yanımdan korkunç vızıltısıyla geçip gittiğinde yazın tamamen geldiğinden emin oluyorum. Ay yavaş yavaş yükselirken nerede kalacağımızı merak etsem de bir şey sormuyorum.

"Bir gece daha o harabede kalmak için para vermek zorunda kalacağıma inanamıyorum. Acele et Marin. İnsanların olduğu geceler tehlikelidir." Şaşırarak kaşlarımı kaldırıyorum. Periler için gece de gündüz de aynı oranda tehlikeliydi. Kalliope adımlarını hızlandırdığında ben de hızlanıyorum. Bir süre sonra peri evlerinden bile daha yıkık dökük görünen bir yere varıyoruz.

"Burada mı kalacağız?" Kalliope beni azarladığından beridir ilk konuşuşum bu. Sözlerim göz ardı ediliyor ve böylece tahminim doğru olduğundan emin oluyorum.

"Birkaç dakika için çantamın içinde saklanmaktan gocunmazsın umarım." Gocunmayacağımı biliyorum ama aynı zamanda bu isteğine bir anlam da veremiyorum.

"Neden?"

"Buraya sadece yemek için para ödüyorum. Seni aldığımı görürlerse fazladan para isterler."

"Beni çaldın!" diyorum sitem ederek. "Evet," diyor içine girmem için omzunda asılı olan çantasını aralarken. "Pek kârlı bir risk olduğunu söyleyemem." Bu sefer homurdanan taraf ben oluyorum ve çantasının içine gömülüyorum ama bir çığlıkla dışarı çıkmam uzun sürmüyor. "Ne oldu?" diyor Kalliope şaşkınlıkla.

"Bıçağı çantana koymuşsun!"

"Belime takamazdım! Üzerinde kan vardı." Savunmasının bu olduğuna inanamıyorum.

"Evet, kanı fark ettim."

"Gerçekten de bu küçük bıçak yüzünden mi bağırdın? Perilerin duyguları olmadığını sanıyordum." diyor alay ederek. Bıçağı çantasından çıkardığında elinde gerçekten de küçük durduğunu fark ediyorum ama yine de ürpermeme engel olamayarak arkamı dönüyorum.

"Bizim için daha büyük!" diyorum boyutumu işaret ederek. Kısa süreli bir sessizliğin ardında Kalliope'nin kahkahalarını duyuyorum. O kadar çok gülüyor ki boğulacağını zannedip yüzümü yeniden ona dönüyorum. "Ne mızmızsın Marin!" Beni yakalayıp bu sefer kıyafetlerinin olduğu poşete koyuyor. "Hiç de!"

"Çenen açıldı senin." Kızar gibi söylüyor ama keyifli olduğunu hissediyorum. Böyle mi olmamı istiyordu yani? "Korkaklığımdan yakınan sendin." diyor ve yumuşak ceketin üzerine uzanıp gülümsüyorum. Ona 'sen' demeye çok rahat bir şekilde alıştığımı fark ediyorum ve bunca zaman neden üstelediğimi anlamıyorum.

Bilerek mi yapıyor bilmiyorum ama yürürken poşeti biraz fazla sallıyor ve sarsılıp duruyorum. Doğru saydıysam eğer toplam on sekiz basamak çıkıyor. Birkaç adım atıyor ve bir yerin önünde duraklıyor. Anahtarı ilk denemede kirişe sokamıyor. Asık suratı gözümün önünde canlanıyor. Nihayetinde kapı açılıyor. Bana bir şey demesine fırsat vermeden poşetten çıkıyorum ve derin bir nefes alıyorum. Oda tahmin ettiğim kadar kötü durumda değil. Hatta güzel bile denebilir.

"Böyle bir yere göre güzel bir odaymış."

Duvardaki tabloyu inceliyor, parmaklarımı korkarak tasvir edilmiş olan denizin bir dalgasına değdiriyorum. "Ne hoş." Bir geminin uç kısmı olduğunu tahmin ettiğim yere parmaklarımı sürterek elimi tablodan uzaklaştırıyorum. Neden bilmiyorum ama tabloya biraz daha dokunmuş olsaydım güzelliğini bozulacağını düşünüyorum.

Mor Gökyüzü - Bir Peri MasalıWhere stories live. Discover now