Yıldız Çiçeği

161 25 91
                                    

Herkese selamlarrr! İçime sinmesi için saatlerce uğraşmamı gerektiren upuzun bir bölümle karşınızdayım. En sonunda ben beğenmiş olsam da sizin beğenmiş olmanız tabii ki benim için daha önemli. O yüzden lütfen düşüncelerinizi paylaşmayı unutmayın. Sizi seviyorumm, keyifli okumalar<3

******

Sihir teklif etmiş olmama rağmen körpe bir inatla İlya'nın üzerine az önce örtmüş olduğumuz toprağı düzeltmeye çalışan Kalliope'yi izliyorum bir süre. "Beklediğini bilmeme rağmen..." diye mırıldanışını duysam da cümlesinin geri kalanını duyamıyorum. Yasına saygı duyarak sessizliğimi koruyorum.

"Beni okyanusta bulduklarında İlya yedi yaşındaymış. Gerçi yaşı hakkında sık sık yaşan söylediğinden şimdi bile emin olamıyorum. Neyse. Bir teknenin içindeymişim ve önceki günlerin fırtınalarına rağmen üzerim ıslak bile değilmiş. İlya'nın babası gördüğü en sakin bebek olduğumu söyler dururdu. Beni kucağına alıp kulağıma adımı fısıldayan oymuş."

Küçük bir tepe olsa da neredeyse düzelmiş olan mezarın toprağında elini gezdiriyor. "Onlarca kişi tarafından adlandırıldım. İsimsiz olmanın eğlenceli bir yanı var Marin. Çabucak kaybolabilirsin. Babası bana 'Kalliope' demiş olsa da İlya 'Doris' diye seslenmiştir hep. Bu kelimenin söyleniş şekliyle eğlendiğini ve bana yakıştığını söylemişti." Ne diyeceğimi bilemeyerek sadece derin bir nefes alıyorum.

"Burayı düzelt ve işaretle Marin." Parmak şıklatmam gerektiğini biliyorum ama doğal bir iç güdüyle ellerimi toprağın üzerine koyuyorum. Az önce kazdığımız için ottan temizlenmiş olan toprak, bir anda yeşilleniyor. Zamanlarına birkaç ay olsa da kendimi birazcık zorluyorum ve mezarın işaretlenmesi için mezarında bir yıldız çiçeği açtırıyorum. Ölürken dahi gökyüzüne hasret kalan adam için.

"Şimdi sana gelelim peri." diyerek keskin bir hareketle başını bana çeviriyor Kalliope. Ne demek istediğini anlayamayarak yüzüne bakıyorum. Tekrar ilk karşılaştığımızdaki hâline döndüğünü fark etmem uzun sürmüyor. Zaten istediği de buydu diye düşünüyorum. Bir veda. Saplanmış olan bıçağı söküp atmaya yarayacak bir veda. İyileşmek için bir yol açacak olan şey muhakkak buydu.

"O neydi öyle?" diyor hesap sorar bir tonla. Bu hâli bana Claris'i anımsatıyor. Hafifçe geri çekildiğimi fark ediyor olmalı ki dudağını kıvırıyor. Üzerime doğru eğildiğinde kanatlarımı etrafıma sarma iç güdümü göz ardı etmeye çalışıyorum. "Ne, ne yaptım ki?" diyorum. Sesim neredeyse bir gül perisininki kadar ince çıkıyor. "Perilerin, emirle olsa dahi, başka bir insana zarar veremeyeceklerini biliyorum."

Nefesimi tutarak ellerimi istemsizce birleştiriyorum. "Evet, yasak ama sen o kadar kesin söyleyince-" Kalliope aniden sözümü kesiyor. "Sadece yasak olduğundan değil. Perilerin bunu gerçekten de yapamaması gerekir. Yasağı çiğnemeyi göze alsa bile. Biraz asi olan her peri insanları etkileyebilseydi dünyaya ne olurdu biliyor musun?"

"Anlamıyorum. O zaman ben nasıl?" Cümleyi yarıda bırakarak az önce açtırdığım ışıltılı yıldız çiçeğine bakıyorum. "Şimdi hatırladım." diyor Kalliope. Böylece dikkatimi yeniden ona veriyorum. Gözlerini kısmış beni incelediğini görünce tekrar geriliyorum. "Pagentalar hakkında duymuştum. Perilerinin, tuhaf olduğuna dair." Elbette. İnsanlar dahi biliyor.

"Sen de mi öyle düşünüyorsun?" diyorum kırık bir sesle. Beni kasabaya geri vermesinin ihtimalinin ne çabuk beynime üşüştüğüne inanamıyorum. "Evet." dediğinde içimde bir şeylerin koptuğunu ve serbestçe içimde uçuştuklarını hissediyorum. Boynumu hâlâ dik tutsam da daha fazla gözlerine bakmaya dayanamıyorum ve gözlerimi yere indiriyorum. Az önce yeşerttiğim otların arasına bakınıyorum.

Mor Gökyüzü - Bir Peri MasalıWhere stories live. Discover now