Şapka Hırsızı

60 18 28
                                    

Yeni bölüümm! İçinizden biri bana silah zoruyla yazdırmış olsa daa ksklnmzbladsj. İşler biraz sıkıntılı bu aralar. İlham perileri de uğramıyor. Bölümü şimdi yayımlıyorum ama geri dönüp biraz düzeltirim gibi geliyor. Neyse.

Yorum yapmayı unutmayın! Yakında bölümü yarıda kesip yazacağım bu uyarıyı. Neyse. Keyifli okumalar<3

*****

“Hazırım, hazırım, hazırım...” Bu kelimeyi bilmem kaçıncı kez tekrar ediyorum. Elimdeki ağırlıksızlaştırılmış çantayı tekrar ve tekrar hissetmeye çalışıyorum.

“Hazır mısın Marin?” diye bağırıyor Kalliope yan odadan.

“Hazırım!”

“Aa,” beni rahatsız edecek kadar uzatıyor bu harfi. “Demek korkuyorsun.” derken odadan içeri giriyor. Üzerindeki şaşaalı, ‘ben korsanım’ diye bağıran kıyafetlere gözlerimi deviriyorum. Aibek’in verdiği parayı güzel harcamıştı.

“Denizi sevdiğini sanıyordum.” Başımı sallıyorum. “Bir süredir, şüpheli görünüyor.”

“Hep öyledir.” dedikten sonra biraz bekleyip tekrar konuşuyor.

“Evi topla da sahibi geri geldiğinde burayı kullanılmamış bulsun.” Kalliope’ye doğru birkaç adım atarken eşyaların hareketlerini gözümün kenarıyla görüyorum. Masanın üzerindeki kırıntılar ve lekeler kendiliğinden temizleniyor. Kapıya elimi uzattığımda Kalliope’nin tekrar konuşmasıyla elimi indiriyorum.

“Marin.” Son birkaç günde adımı o kadar çok duydum ki belli bir bıkmışlıkla ona dönüyorum. “N’apıyorsun güzelim?”

“Ne, ne yapıyorum yine?” Kollarını bağlayıp yüzüme bakmaya devam ediyor. Birkaç saniye daha gerekiyor anlamam için. Üzerimdeki dizlerimin biraz üzerinde biten koyu yeşil elbiseye bakıp dudak büküyorum.

“İstemiyorum.” diyorum hüzünle. “Korsan kıyafetlerini sevmiyorum.”

“Sevmediğin ne çok şey var Marin!” diyerek aslında biraz haklı bir serzenişte bulunuyor.

“Paçavra gibi görünüyorlar.” Söylediklerimin tamamen doğru olduğunu bildiğimden belli bir rahatlıkla konuşuyorum. “Ayıp.” diyor ve bir büyü için emir vermeyerek beni cezalandırıyor. Yan odaya gidip çok parçalı kıyafeti giyinirken söylenip duruyorum ve nihayetinde söylenme yeteneğimle kendimi bile rahatsız etmeyi başarıyorum.

Üzerimdeki kahverengi geniş pantolonun beline ayrı bir ip bağlamam gerekiyor. Kalliope’nin sık sık giydiği geniş beyaz gömleklerinden birini, elbette ki ona küçük gelen bir tane, pantolonun içine sıkıştırıyorum. Hava sıcak olmasına rağmen neden yelekten çok, kumaş parçası gibi görünen bu yeleği giymem gerektiğini bilmiyorum. Kalliope, bunun bıçakları daha az gösterişli hâle getirdiğini savunuyor. Gömleğimin üzerinden belime bağlamış olduğum kemere biri büyük ikisi küçük, üç tane bıçak yerleştiriyorum. Çok daha küçüklerini pantolonun diz hizasındaki ceplerindeki el dikişi belli olan bıçaklıklara takıyorum. Ayağımdaki ince ayakkabıları çıkarıp daha öncesinde ayağıma göre büyülemeye çalıştığım botları giyiyorum. Aynaya baktığımda tüm perileri ürkütecek birini görüyorum.

Kalliope’nin göz kapaklarıma sürmekten çok bulaştırmış olduğu siyah boyanın gözümün altına bulaşmış olan kısmını silmeye çalışırken ellerimi de siyaha buluyorum. Açık sarı, çene hizamdaki kabarık saçlarımın arasında Kalliope’nin örmüş olduğu ince örgüler yüzümde ufak da olsa bir gülümseme yeşertiyor. Saçlarım bağlanmayacak kadar kısa olduğu için elime tutuşturduğu kaba korsan şapkasını başıma geçiriyorum. En sonunda Kalliope’nin, Aibek’in parasıyla sarhoş olup aldığı yay ve okları sırtıma takıyorum. İkimiz de kullanmasını bilmiyorduk. Dediğim gibi, o gün tamamen sarhoş olmuştu. Daha doğrusu, ikimiz de.

Onlarca kıyafet almış, lüks yerlerde yemek yemiştik. Çığlıklarla karışık şarkılar söylemiş ve kahkahalar atmıştık. En sonunda dükkânlardan kovulduğumuzda bile yüzümüzü asmamıştık. Gece yarısını geçtiğinde benim sihrimin ve onun korsanlığının verdiği güvenle caddelerde dans etmiştik. Ne, nasıl olmuştu tam hatırlamıyorum ama kendimi yeniden bekçilerden kaçarken bulmuştum. Kalliope elimden tutup beni sürüklemeseydi muhakkak yakalanırdım bu sefer.

Sabah İlya’yı gömdüğümüz tepede uyanmıştım. İnsan hâlimde olmama rağmen, üzerimdeki sadece perilerin giydiği elbiseyi ancak o zaman fark etmiştim. Başımıza bela açmış olan kişinin yine ben olmadığımı umut ediyordum ama öyle olmuş gibi görünüyordu. Kalliope’yle çoktan hareketlenmiş olan kasabayı izlerken Kalliope hâlâ kendinde değildi. Muhtemelen ben de. Yine de ne söylediğini hatırlıyorum.

İnsanlar bunu yapamıyor Marin. Kendilerine bir gün çalamıyorlar. ‘Çalmak’ bir süredir, kötülerle özdeştirilmiş bir kelime. Oysa bazen, uzanıp işaret parmağıyla burnuma bir fiske atıyor, çalmak gerekir.

Ellerimdeki siyah boyayı silmeye çalışarak odadan çıkıyorum. Çoktan dışarı çıkmış Kalliope’nin yanına gitmeden önce eve son bir bakış atıyorum. Derin bir nefes alıp kapıyı aralıyorum. “Hazırım.”

Limana giderken bir at kiralıyoruz. Daha öncekinden daha alçak olan fiyat yüzünden sırıtıyorum. Soyluları kesinlikle kazıklıyorlar. Kalliope atı sürerken ben de hızlıca geçip giden insanların ve rüzgârın tadını çıkarıyorum. Limana varmamız yaklaşık yirmi dakika sürüyor.

“Remi!” Kalliope’nin normalden daha tok çıkan sesi kulaklarımı doldurduğunda ben de atın sırtından atlıyorum. Gözümün önüne düşmüş olan şapkayı kaldırıyorum. Remi’ye baktığımda handa aklımda kalandan çok daha güzel bir yüzü olduğunu fark ediyorum. Yeşil gözleri Kalliope’de geziniyor uzun bir süre. Sonra bakışlarını bana çeviriyor. Başımdaki şapkayla yüzümü örtmek istiyorum ama onun yerine dik bakışlarımı yüzünde gezdirmeye devam ediyorum. Bu adamın bana silah doğrultmuşluğu vardı!

“Bu kim?”

“Marin." Adımı daha önce duyduğunu bildiğimden başımı hafifçe omzuma doğru eğip dikkatle yüz ifadesini inceliyorum. Hatırlayacak mısın?

“O da mı geliyor? Böyle anlaşmamıştık.” Hatırlamıyor. Sandığım gibi biri olduğunu tescilliyor böylece.

“Beni öldürmeleri için üç adam gönderdikten sonra anlaşmalardan bahsedebilecek kadar yüzsüz olabileceğini düşünmemiştim Remi. Üstelik faydalı biridir. Onu seveceksin.” diyor Kalliope gemiye çıkarken. Remi’nin yüzünde çocuksu bir neşe peyda oluyor.

“Öyle mi?” diyor Remi koşarak Kalliope’nin peşinden gemiye çıkarken. “Ne kadar seveceğim?” Ben de birkaç adım atıyorum.

“Beni sevdiğin kadar.” dediğini duyuyorum Kalliope’nin. Gemiye çıktığımda yüzüme vuran güneşle gözlerim kamaşıyor. Neyse ki Remi bana bakarak ışığı çabucak soğuruyor.

Mor Gökyüzü - Bir Peri MasalıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin