Başka Bir Gökyüzünün Yağmuru

82 21 30
                                    

Herkese merhaba! Mor Gökyüzü'nün dokuzuncu bölümü ile karşınızdayım. Umarım sizi dünyanızdan biraz kaçırabilirim. Yorumlarınızı merak ediyor ve keyifli okumalar diliyorum.

*****

Hızlı bir nefes alıyorum. Gözlerim mor bir ışıkla kamaşıyor. Nasıl? Uçuyor olduğumu fark ediyorum aniden. "Marin, sana diyorum!"

Kalliope'nin kızgın suratını ancak seçebiliyorum.

"Anlamadım." Kalliope'nin morun tonlarından oluşan yüzü sürekli olarak hareket ediyor ve neredeyse gözlerimi kamaştırıyor. "Marin kendine gel. Saklan diyorum, duymuyor musun?" Bir anda her şey normale dönüyor. Renkler geri geliyor ve Kalliope'nin esmer tenini tekrar görebiliyorum ama garip bir şeyler var. Uyanalı birkaç saat olmasına rağmen yeni uyanmış gibi hissediyorum. "Yaşıyorum." diye mırıldanıyorum aniden.

"Ne?" Ellerimi, sanki içine dünyalar sığdırmış da taşmak istiyormuş gibi zonklayan başımın iki yanına bastırıyorum. Açılmış bir kesikten akan kan göz kapaklarımın ardındaki karanlığa damlıyor.

"Sol omzundaydı." Gözlerim omzunda geziniyor. Kirli beyaz, bez gömlek yer yer sökük olsa da bir kılıçla parçalanmış değil. Bir kılıç mı?

"Saçmalamayı bırak Marin." Kalliope masanın üzerinde duran kılıcı eline alıyor ve şöyle bir inceliyor.

"Hayır, beni dinle." Başını tekrar kaldırırken kılıç hafiften masaya çarpıyor ve tok bir ses çıkarıyor. Öyle bir ses çıkmamasına rağmen soğuk bir metal çınlaması duyuyorum. Sanki kılıç tahtaya değil de taşa çarpmış gibi. Hayır, taşların üzerine düşmüş gibi. Kalliope daha fazla beklemiyor ve kapıya doğru ilerliyor. Bir şeyler değiştirmeliyim. 'Ama neden?' diyor içimde başka biri. Daha fazla düşünemiyorum. Düşündükçe ağzımda deniz tadı peyda oluyor. Sanki litrelerce tuzlu su içmişim gibi.

Kalliope'nin vücudunun aksine hâlâ mor parlayan saçlarına bakıyorum. Elimi uzatıp saçını tutturduğu yıpranmış kumaş parçasının ucunu çekiştiriyorum. Saçları serbest kaldığında mor ışık bu sefer ellerime bulaşıyor. Bunun sadece bir yanılsama olduğunu düşündüğümden önemsemiyorum.

"N'apıyorsun Marin?"

"Değiştiriyorum."

"Neyi?" Cevap verecek gibi oluyorum ama aklım donuyor sanki. "Ceket, ceket giy." diyebiliyorum sadece. "Yağmur yağacak gibi duruyor." Beynimdeki müthiş karmaşa dilime de vuruyor. Güneşli bir güne uyandığımızı adım gibi biliyorum oysa.

"Hava güzel görünüyor. İşimi zorlaştırıyorsun Marin." Kapıyı açtığında rüzgâr ince gömleğinin içini dolduruyor ve şişiriyor. "Kalliope." diyorum çaresizce.

"Ne var?" diyor belli bir bıkkınlıkla.

"Sol omzuna dikkat et." Dikkatle yüzüme baktığını hissediyorum ama beyaz gömleğinin yan kısmındaki yırtıktan gözlerimi ayıramıyorum. Kapı kapanıyor. Elimdeki saç bağı demeye utandığım kumaşla öylece kalakalıyorum.

Hiç burada kalmamalıydım. Bu düşünce dakikalar boyu yankılanıyor beynimde. Neden böyle hissettiğimi bilmiyorum. Yine aynı deniz tadı. Pencereye doğru bakıyorum ve kendimi bir an için pencere pervazına tünemiş hâlde görüyorum. Başımı iki yana sallıyorum ve görüntü dağılıyor. Daha fazla içeride kalamıyor ve dışarı çıkıyorum

Yerdeki adamın kumlara dağılmış kanı dikkatimi dağıtsa Kalliope'ye doğru uçarken neredeyse hiç duraksamıyorum. Ona doğrultulmuş iki kılıcı gördüğümde kalbim hızla çarpmaya başlıyor. Böyle değildi.

Mor Gökyüzü - Bir Peri MasalıTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang