Siva'nın Gecekondu Mahallesinde

47 18 9
                                    

Selam. Bölümün hassas içeriğinden dolayı rahatsız olabilirsiniz. Çok daha ağır bir bölümdü ama elimden geldiğince hafiflettim. Nova ve Marin'in uzun bir konuşma sahnesini sildim mesela. Ya da olayın kendisini yazmak yerine sonrasını yazdım. O yüzden kimsenin çok etkileneceğini düşünmüyorum ama yine de uyarmak istedim.

Keyifli okumalar...

*****

"Bir korsan gemisinden atılacak kadar ne yapmış olabileceğini merak ediyorum Marin." Omuz silkiyorum. Uydurduğum hikâyeye çabucak inanan Lara eğer ayık olsaydı bana inanması eminim ki daha zor olurdu.

"Ben de en son ne zaman ayık olduğunu merak ediyorum ama bazı soruların cevabı olmuyor." Bu sabah çaldığını bildiğim içki şişesini bir kenara bırakıp çürük ön dişlerini açığa çıkararak sırıtıyor.

"Hatırlamıyorum, aslında çoğu şeyi. Adımın Lara olduğundan bile emin değilim. Ama buna benzeyen bir şeydi."

"Yaşın kaç?" diye soruyorum şişeye geri götürmemek için zorladığı eline bakarak.

"Otuz olabilir, emin değilim."

"Daha yaşlı olduğuna yemin edebilirim." Sırıttığımda gözlerini deviriyor. "İçki yüzünden, insanı yaşlandırıyor."

"Peki, kolay bir soru soracağım. Hatırladığın en eski an?" Gözleri masaya dalıyor. İşaret parmağıyla masanın üzerinde bir daire çizmeye başlıyor.

"Bir kız vardı. Öz kızım değildi ama onu öz kızım gibi benimsemiştim. Adını bile hatırlamıyorum ama sen hatırladığın en eski an deyince onun buruk yüzü geldi birden aklıma. O kadar kırgın bakıyordu ki Marin, ne yaptığımı hatırlamıyorum ama bunca yıl sonra bile hâlâ ondan özür dilemek istiyorum. Göz kırpışı kadar kısa bir an, yanımdan geçip gittiği küçücük bir an. Ama kendime dair ilk hatırladığım şey bu." Bu sefer elini tutmuyor ve içki şişesine uzanıp büyük bir yudum alıyor. Bir damla konyak dudağından taşarak çenesinden aşağı damlıyor.

"Unutmak istiyorum, mümkünse bunu da unutmak istiyorum."

Başını masaya bırakıyor. Bir şeyler daha mırıldanıyor ama kelimelerini seçemiyorum. Biraz sonra sızıyor. Elindeki şişe yere düşüyor. Dışarı çıkıyorum. Bir süre yürüyorum. Hava soğuduğundan üzerimdeki uzun pardösüye iyice sarılıyorum. Birkaç adım sonra bir müzik sesi kulaklarımı dolduruyor. Lara'yla birkaç gündür kaldığımız yerden bayağı uzaklaştığımızı böylece fark ediyorum. Gecekondu mahallelerine müzik sızmazdı.

Deniz kenarına geldiğimde kendimi yere bırakıyorum. Kalliope'nin ismimin anlamını söylediği günü hatırlıyorum. Denize ait olan, oradan gelen. Bugün hırçınlığıyla gözümü kamaştıran denizden geldiğime inanmak hiç zor gelemiyor. Perilerin korkuyla, insanların güneşle ve korsanların evle bağdaştırdığı denizi, ben zehirli bir sonsuzlukla bağdaştırıyorum.

Omzuma aniden bir şey çarpıp düştüğünde huzurla kapatmış olduğum gözlerimi aralıyorum. Yere düşmüş olan kâğıdı elime alıyorum. Bir turna kuşu şeklinde katlanmış kâğıtta bir şeyler yazdığını görebiliyordum. Bu da nereden gelmişti böyle? Bir büyüye benzediğini görebiliyordum. Kâğıdı açacağım sırada bir çocuk sesi kulaklarımı dolduruyor. Çocuk denize doğru koşuyor. Bir an için korkuyorum ama tehlikeli bir noktaya gelmeden hareket etmeyi bırakıp arkasını dönüyor. Yüzündeki gülümsemeyi görünce ben de gülümsüyorum. Beni fark ettiğinde gülümsemesi sönüyor. Elimdeki kâğıdı cebime koyup ayaklanıyorum. Çocuğu ürkütmeden önce buradan gitsem iyi olacaktı.

"Lara, ben geldim!" diyorum elimdeki meyve poşetini kaldırarak. Kapıyı açtığımda Lara'nın ayılmış olduğunu görüyorum. Bir şeyler yedikten sonra yapacak bir şey olmadığı için Kalliope'yle yaptığımız bıçak fırlatma alıştırmalarını yapmaya başlıyorum. Ama hem yetersiz beslenmeden hem de düzensiz uykularımdan yorgun düşmüş vücudum istediğim şekilde hareket etmiyor.

Mor Gökyüzü - Bir Peri MasalıWhere stories live. Discover now