Alınabilir Bir Nefes

177 25 58
                                    

Telefonunuzun yazarı geldii! Aşklar, cidden okuyan varsa ses versin. İlk bölüm haricinde hiçbir yorum almadım, kalbim kırılıyor böyle:(( Keyifli okumalar<3

***

Kasabaya ikinci kez inişimde daha önce hiç fark etmediğim bir şey görüyorum. Sihir her yerde. Ağır poşetler havada süzülüyor, at arabası taşıyan binicisiz atlar bile düzgünce ilerliyor. Çamurlu yollarda yürüyen temiz ayakkabılar elbette sihirli. Bu kadar çok insanın arasında ilk kez bulunduğumdan geçen sefer görememiş olmalıyım. Ama bu sefer gözlerimi kocaman açıyor ve görüyorum. Her peri bir iz bırakıyor. Biraz ışıltı ve çiçek kokusu. Dünyada kapladığımız yer bu kadar.

"Nereye gidiyoruz?" diyerek iyice koltuğuna yerleşmiş olan sessizliği kovalıyorum. "Artık hiçbir şeye sahip olmadığım için bir gemiye alınmayı isteyeceğim." diyor gözlerini kaçırarak. Bunun gururunu incittiğini fark ediyorum ister istemez.

"Yoruldun mu yoksa?" diyor bana yan bir bakış atarak. "Pagenta perileri dayanaklıdır. Şanslısınız efendim." diyorum neredeyse alaycı bir sesle. Ama neredeyse iki saattir uçuyorum ve eğer duracak olursam sırtımın sızlamaya başlayacağını tahmin etmek çok zor değil. Yine de bir şey demiyorum. "Peki sen yoruldun mu?" diyorum sadece konuşmak için. Onun için sihirle ağırlıksızlaştırdığım çantası onu yormuyor olmalı ama yine de uzun zamandır yürüyor.

"Ayakkabıların böyle hissettirdiğini unutmuşum."

"Ne?" diyorum refleksle. Erkek ayakkabılarından bahsettiğini kısa bir süre içinde anlıyorum. "Neden erkek kılığına girdin?" diye soruyorum en sonunda. Dünden beri zihnimi kurcalayan cümle sonunda serbest kalıyor.

"Korsanların kasabada yeri yok çünkü Marin. Ama her zaman olduğu gibi, erkek olarak yaşamak daha kolay." Sözleri içime oturuyor. Kıkırdıyor. "Ölüme yakın birkaç tecrübe sana bunu öğretiyor." Bunun hakkında daha önce duyduysam da hiç karşılaşmamıştım. Periler bağlı oldukları çiçeklere göre zaten ayrıştırıldığından ötürü olsa gerek erkek ve kız periler birbirlerinden farklı muamele görmezdiler.

Dün gözüme boş görünmüş olan meydan bugün oldukça kalabalık. Oralarda bir şeyler sahneleniyor olmalı diye düşünüyorum. En nihayetinde merakıma yenik düşüp biraz daha yukarı doğru uçtuğumda gördüğüm şeyle donup kalıyorum.

"Kalliope, bu da ne?" Tahta tabureyi gördüğümde kanatlarımı olması gerektiğinden daha hızlı çarpmaya başlıyorum. Tanrım, o tabure, niye öyle devrilecekmiş gibi duruyor?

"O kadar yukarlarda ne yapıyorsun Marin?" Kalliope'nin olduğunun bildiğim bir avuca kıstırılırken gözlerim hâlâ dar ağacında. Oraya kilitlenmiş gibi hissediyorum. O ilmek benim boynumdaymış gibi. Oysa periler bile böyle idam edilmeyeli uzun zaman oldu. Yine de ilk yılımdan kalma birkaç anı zihnimi tırmalıyor.

"Daha önce hiç idam görmedin mi?" diyor Kalliope. "İdam izlemeyi sevmem." Ağzımda buna benzer bir şeyler geveliyorum. Kalliope, idam izlemeyi sevmememin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini bilemez. Perilerin ders alması için birbirlerinin ölümlerini izlemeye zorunlu olduklarını bilemez.

Kalabalık bir anda ikiye ayrıldığında Kalliope'nin yüzüne bakıyorum 'buradan gidelim.' der gibi. Duyduğunu biliyorum, hayır, gördüğünü biliyorum ama beni göz ardı ediyor ve uzakta bir yerde geziniyor gözleri. Ben de oraya doğru baktığımda onu getirdiklerini görüyorum. Üzerinde muhtemelen bir zamanlar beyaz olan ama şimdi neredeyse gri bir gömlek var. Saçları uzun ve aslında biraz benimkilere benziyor. Yer yer kıvırcık ve dalgalı. Kanla keçeleşmiş sakalı içimde başımı çevirme isteği uyandırsa da bakmaya devam ediyorum. Bıkmış görünüyor. Hayır, neredeyse hayal kırıklığına uğramış. Bunun perilerin idamına benzemediğini ve o adamın gerçek bir suçlu olduğunu biliyorum. Ama merak etmeden duramıyorum. Eğer bir suçluysa neden o kadar mağrur duruyor?

Mor Gökyüzü - Bir Peri MasalıWhere stories live. Discover now