Mütemadiyen Özlenen

31 8 5
                                    

Selammm! Telefonunuzun yazarı geldii! Önceki bölüm çok geciktiği için böyle erken ve upuzun bir bölüm atmak istedim. Bu bölümde üç yeni karakterle tanışacağız. Her şeyi elimden geldiğince açıkça yazdım. Sırları epeyce ortaya döktüm. Dikkatinizi vererek okursanız her şeyin anlaşılabilir olduğunu düşünüyorum. Keyifli okumalarr! Yorumlarınızı bölüm içinde bir yerlere düşürmeyi unutmayınn<3

***

Gerçekler ve yalanlar. Kendinizi kandırabileceğini bilseydiniz onu neye inandırırdınız? Eğer yapabilseydim ben, Marin derdim. Marin sen sevildin, sen ömrünce sevildin. Çaldığın kapılar hep açıldı. Yürüdüğün yollar hep sevgiye çıktı. Seni uçmayı öğretmek için bile o kavak ağacından itmediler. Korkudan gözlerin dolduğunda seni bir huş ağacına bağlayıp açlığa terk etmediler. Sen hiç öleceğini düşünerek soğuk bir odada günlerce beklemedin. Yanlışlıkla karaladığın çiçek resmi yüzünden seni şubat soğuğunda evsiz de bırakmadılar. Yeminim olsun sen ağladın, günlerce ağladın ama sessizliğinde boğulmadın.

Kalem elimde titriyor. Ellerim değil, kalem titriyor. Mürekkep elime akıyor, gözlerimden yaş akmıyor. Daha önce ağlamışlığım vardı oysa. Şimdi neden ağlayamıyordum?

"Periler hissetmez Maria!" diye bağırıyor aslanağzı perilerinden biri.

"Biliyorum." diyorum, sesim titriyor. Bir taş daha isabet ediyor. Keskin ucu bacağımı çiziyor. "Acıdı mı?" diyor bir başka peri. Cidden soruyor, cidden merak ediyor.

"Acımadı." Kanatlarım titriyor.

"Bize hissetmediğini göster." diyor köyün yaşlılarından biri. Sağ gözü kör olmuş, kanatları koparılmış yine de verildiği evden sağ çıkmış bir peri.

"Hissetmiyorum." diye bağırıyorum hırsla. İçim titriyor. Bir menekşe perisi elindeki taşı fırlatıyor. Ellerimi kaldırmak istiyorum. Kendimi korumak istiyorum. Ama bunu bile yapmıyorum. Yumruklarımı sıkıyorum onun yerine. İrkildiğimi göstermemek için gözlerimi kapatıyorum. Taş omzuma çarpıyor. Canım acıyor, nefesimi tutuyorum.

"Yürü Maria!"

Bir adım ve bir adım daha. Kan içindeki ayaklarım yeşil çimleri kirletiyor. Mor kanım taşlara sıçrıyor. Su sesi, ölüm meleğinin fısıltısı gibi kulaklarımı dolduruyor.

"Korkuyor musun?"

"Korkuyorum." diye fısıldıyorum, kimse beni duymuyor. Nehre bakıyorum. Su ayaklarıma değiyor. Hırçınlıkla bacaklarımın etrafını sarıyor. Beni kucaklıyor. Nefretle ve öfkeyle. Perilerin öfkesiyle.

"Su soğuk mu?"

Suyun nasıl olduğunu biliyor musun diye soruyor.

"Soğuk."

Biliyorum.

"Üşüyor musun?"

Peki ya, hissediyor musun?

"Üşümüyorum."

Hissetmiyorum.

Oysa su o kadar soğuk ki boğularak değil donarak öleceğimi düşünmeye başlıyorum. Birkaç adım daha ve boğulacağımı biliyorum. Bir adım daha! Bir adım daha! Tezahürat yapıyor Tiarum'un perileri. Paulie'yle göz göze geliyorum. Uçmayı öğrettiğim birkaç ilk yıl perisinden biri.

Yukarı uç Paulie, diyorum. Daha yukarı!

Bir adım daha Maria, diyor. Bir adım daha!

Onu suçlayamam, kimseyi suçlayamam. Çünkü şaşkınlar, çünkü korkuyorlar. Gerçekten de hissetmediklerinden emin olmaya çalışıyorlar.

Ense köküme isabet eden bir taşla sendeleyerek bir adım daha atmak zorunda kalıyorum.

Mor Gökyüzü - Bir Peri MasalıWhere stories live. Discover now