Eski Bir Bahar

40 11 11
                                    

Üç hafta. Ben bir haftada 5000 kelime yazabilen biriyim ve bu, 3000 kelimelik bölüme kendimi hazırlayıp yazmam üç hafta sürdü. Bu bölüm cidden önemli. Yazım hatalarım varsa affedin bu seferlik. Normalde bölüm yazdıktan sonra bir gün de yazım, noktalama hatalarına bakardım ama bölüm yeterince gecikti zaten. Keyifli okumalar ve yorum bırakmayı unutmayınn!

***

"Yardımcın ne güzelmiş, evli midir?"

Soylu bir kadın olan Victoria kibar bir kahkaha atmış. "Niçin merak edersiniz? Onu baş göz etmek istemezsiniz değil mi?" demiş ara buluculuğuyla nam salmış olan yaşlı kadına.

"Neden olmasın? Devir değişiyor çocuğum. Çirkin soylulardansa, alt tabakadan olup da güzel olanlar çok daha kolay evleniyorlar." demiş yaşlı kadın kinayeyle. Victoria'nın yanakları pembeleşmiş sinirden. Mükemmel bir yüzü varmış onun. Küçük kalkık burnuna ve kendiliğinden pembe, dolgun dudaklarına aldığı iltifatların sayısını bile bilmezmiş. Güzel, sıcacık koyu kahve gözlerine hülyalı bakışlar veren uzun ve kıvrık kirpikle bahşetmiş Tanrı kendisine. Yine de alınmış kadının sözlerine. Çünkü derinlerinde kendisini çirkin, çok çirkin hissediyormuş.

Böylece bir kıskançlık başlamış yüreğinde. Gitgide büyümüş bu kıskançlık. Yardımcısı Erim'in attığı adımların zarifliğinden, üzerindeki düşük kaliteli elbiselerini sanki dünyanın en güzel kıyafetleri gibi taşımasından nefret etmeye başlamış. Gülümseyişlerini suratından söküp almak istiyormuş. Kendisine yemek hazırlarken bile bir kibir görmeye başlamış Erim'in suratında. Öyle bir şey yokmuş aslında ama kuşku sinsi bir şeydir. Komik bir ihtimal gibi görünen şeyler birden tüm gerçeğiniz oluverir de fark etmezsiniz.

Victoria, Erim'i öldürmeye karar verdiğinde tamamen kıskançlığın ateşi altındaymış. Bunun için cezalandırılmayacağını bilmek o ateşi harlamış da harlamış. Genç kızın gitgide solan yüzüne bakarken bu noktaya nasıl geldiğini düşünmüş. Bir dakika önce sıradan biriyken, şimdi eli kanlı bir katilmiş. Bahçenin öteki tarafında bir feryat kopmuş.

"Sen, onu öldürdün! Benim kız kardeşimi!"

Kadının bir an için rengi attıysa da sonrasında küstahça kaldırmış başını. "Benimle böyle konuşmaya nasıl cüret edersin Silvia? Ben kimseyi öldürmedim."

Zavallı hizmetçi, yerde yatan kardeşine bakmış bir kez daha. Ondan başka kimsesi yokmuş. Kimsesi kalmamış geriye.

"Yeminim olsun mahvedeceğim seni." demiş kısık bir sesle. Kardeşinin göğsünde hâlâ saplı duran bıçağı tek hamleyle söküp çıkarınca soylu kadın korkarak bir adım geriye gitmiş.

"Korkma, bununla bir zarar vermeyeceğim sana." Kendi kolunu boydan boya çizmiş bıçakla. Kıpkızıl kanı ayaklarının dibinde küçük bir gölet oluşturmuş. Kanı kırmızıymış, kırmızıymış ama ne bir gül perisinin kanına benziyormuş, ne de bir insanın kanına. Sanki kanının gerçek bir rengi yokmuş da o renksiz sıvının içinde kıpkırmızı bir cehennem ateşi yandığından böyle görünüyormuş.

"Tanrım! Nesin sen böyle?"

"Bir pagenta perisiyim." demiş Silvia.

"Ne saçmalıyorsun sen? Perilerin kardeşi olmaz!" Kadının kendinden emin cümleleriyle belli bir tezatlık oluşturan korku dolu gözlerini görünce keyifle gülmüş Silvia. "Nehir pagentalarını duymuşsundur eminim ki. Perilerinin ne kadar zehirli olduğunu bildiğine de eminim." Kadının üzerine doğru bir adım atmış.

"Bir nehir pagentasının zehrinden daha tehlikeli olan şey nedir biliyor musun?" Gözlerini kapatıp açmış. Az önce simsiyah olan gözleri şimdi kardan bile daha beyazmış. "Bir bataklık pagentasının laneti."

Mor Gökyüzü - Bir Peri MasalıWhere stories live. Discover now