9. Bölüm

4.4K 263 42
                                    


Ne koluna bilezik iste,
Ne boynuna bir mücevher,
Senin servetin kanında,
Yetmez mi damarındaki cevher?
Sensin milletimin umudu, ışığı.
Kaptırma gönlünü yabancı sevdalara.
Olacaksan ol Türk'ün aşığı
Eksilmesin yüzünde nur,
Göğsündeki gurur,
Unutma kızım;
Bozkurtları asenalar doğurur.

Murat Darga

9. Bölüm: Akşın Öztürk

Günlerden yine görev günüydü. Hava hafiften kararmaya başlamış, sonbaharın belki son ılık rüzgarları sınır güzergahını yavaştan ele geçirmiş ve de bir haftanın 4 gün kadar fazlası olmuştu karargahtan ayrılalı. Pek tabi alışılmıştı uzun soluklu hasretlere, alışılmıştı dört gözle beklenen sevgilinin ölüm yorgunluğuna, alışılmıştı içten içe çöken psikolojinin ters orantıda dışa vuruş şekline ve yine alışılmıştı askeri lojmanların duvarlarında yankılanan ambulans seslerine.

Belki de alışmanın en acılı haliydi Şırnak.

Her gün iyi veya kötü, sayısız bedeni içine alan kurak, verimsiz, sıkkın topraklardı belki ama açık ara en çok hikaye biriktiren topraklardı. Yarım kalanı da, kötü biteni de, imkansız ama hadi mutlu biteni de dahildi bu hikaye tabirine.

Biz onca acıyı, gözyaşını, mahvolan hayatları, yetim kalan çocukları, soluksuz kalan kadınları, vatanın yitirilen her bir evladını "hikaye" adı altında toplasak da, bu basit tabirin yetmeyeceği, aksine büyük saygızılık olacağı bariz belliydi.

Yinede onların hikayesiydi bu. Tabiri hatalı olsa da anlatılmak, anlaşılmak, öğrenilmek kim bilir belki de imrenilmek en büyük haklarıydı. Her biri bu uğurda hakka ulaşacak kimselerdi sonuçta. Üç, beş, yedi sayısı neyi değiştirirdi memlekete şehit haberi geldikten sonra?

Yorgunluk, uykusuzluk, açlık kol geziyordu damarlarında ama yine de Arif, rutin haline gelen karakol yolunu yürüme görevini layığıyla yerine getiriyordu.

Yine yeni yeniden yürüyordu bu yolu.

Komutanı arkamızı temizle deyip esirleri öncelikle götürdüğü, Arif'i de geride mayınları kontrol etsin diye bıraktığı için birazcık dertli olabilirdi.

Birazcık, biraz az kalıyordu.

Bayağı dertliydi.

Hayır son zamanlarda Balamir komutanına bir kötülük, bir fenalık da etmemişti ki. Neden böyle bir muamele görüyor bilmiyordu.

Her görevde bomba ayağına geride bırakılıyordu Arif.

Oysa ki hiç geride bırakılmazdı o, hem meydanda adam bırakıldığı ne zaman görülmüştü! Neden hep geride kalıyordu?

Acemi bir tiyatrocu misali parmaklarını burun kemerinde birleştirdi. Örseleniyordu, dışlanıyordu, ruhu parça pinçik ediliyordu.

Yok efendim mağarayı tuzakla Arif, mayınları çamura yerleştir Arif, kırmızıyı kes Arif, çabuk ol Arif, hadi Arif, tim seni bekliyor Arif...

Alışmıştı bu cümlelere ama her seferinde aynılarını duymayı da istemiyordu ki. Ofladı çaresizce. 10 kilometrelik yolu yürümekten başka şansı yoktu. Bahaneleri başına geleceği değiştirmiyordu ne yazık ki. Yürüyecekti o yolu.

Aslında eğitimlerde daha fazlasını koşabilirdi yorulmazdı bile ama 3 gece uyumayıp 2 saat önce de azılı bir çatışmaya girince insanda güç derman kalmıyordu.

Silahının boynuna asılı kemerinin yavaştan etini kesmeye başladığını hissetti. Eline alsa iyiydi ama hiçte istemiyordu bunu yapmayı. Acıya azıcık daha katlanırdı. Katlandı da.

BalbeyamirWhere stories live. Discover now