15. bölüm

2.8K 186 33
                                    

15. Bölüm: Misafir Takımı

Bazı zaman dilimlerinde, bilhassa geceleri başımı yastığa koymuşken, tam o uyku ile uyanıklık evresinde bir takım şeyler düşünüyordum. Bir tık tekinsiz şeylerdi bunlar. Varlığımı sorgulamak gibi hadsiz, varlığımı hissetmek gibi tuhaflardı.

Silopi'ye geleli 2 ayı geçmişti. Artık annemle haftada bir kez zar zor konuşuyorduk ki konuşmadığımız haftalar dahi oluyordu. Babamın zaten telefonunu kullanmak gibi bir alışkanlığı olmadığı için annemle konuşurken denk gelirse konuşuyordum onunla. Aynı şekil Pelin ve Sinan'la da böyleydi bu durum. Araya giren kilometrelerden dolayı mı bilinmez belirgin bir mesafe vardı aramızda.

Anlıyordum, anlayışla karşılıyordum. Dünya benim etrafımda dönmüyordu elbet, bunun farkında olacak kadar terbiye edinmiştim lakin yine de kimsenin umurunda olmamak koyuyordu biraz.

Beni buraya göndermemek için kırk takla atan annemin halleri geldi gözümün önüne, kalbim daha bir kırıldı. O tavırları yapmacık geldi hatta, şımarık tarafım "madem yokluğuma bu kadar kolay alışacaktın o yaygara da neyin nesiydi?" Deyip telefonu kulağına kapatmak istiyordu da elden bir şey gelmiyordu. Gündemde hala Sinan'ın meslek seçimi vardı. Sezonun açılmasıyla o da gitmişti tabi okuluna ama annem hala bana yaptığı gibi ona da baskı kurmaya devam ediyordu. Eve döneceksin, sen yapamazsın edemezsin, güçsüzsün dayanamazsın... özgüvenine darbe vurarak yolundan döndürebileceğini sanıyordu ama Sinan'la bu konuyu etraflıca konuştuğum için bunun ne kadar imkansız olduğunu biliyordum. Gül sultan gönül koymasın diye araya da giremiyordum, yazıktı Sinan' a gerçekten.

İşte bu psikolojinin üzerine birde Ulvi'yi öylece karşımda görünce benim bünye, e bize müsade o zaman diyerekten kendini salıvermişti.

Ulvi beyler güvendiğimiz dağlara kar yağdırmak bir yana bizzat başımıza çığ düşürdükleri için bu güven enkazının altından kalkamıyorduk. Sabahtan beri belki iki belki üç saattir tavanı izleyerek bir şeyleri hazmetmeye çalışıyordum ama gelin görün ki bir arpa boyu yol alabilmiş değildim. Sabahlara kadar tartışabilirdim bu konuyu, hiçbir bahanesi olamazdı. Hakkı değildi ve haklı çıkamazdı.

Ama yine de gönül eskisi gibi olalım istiyordu. Kırgınlığını göz ardı edebilirmiş gibi, sanki o güce sahipmiş gibi davranalım istiyordu.

Değildim. Değildik.

Acımızı kalbimize gömüp, yüreğimiz kan ağlarken gülücükler saçamazdık. Bu kadar güçlü değildi bünyemiz. Kalbim bunu anlamıyordu, istiyordu ama istediği bir olsa ilk acıyan yine kendisi olacaktı ve belki dayanamayacaktı buna. Bilmiyordu, bilmiyorduk.

Oflafım pofladım. Yatağa iki tekme savurdum sonra ayağa kalktım.

Gece Balamir beni koza gibi sarıp öyle gittiğinden üzerimdeki kapüşonluyu çıkarmıştım, yoksa gerçekten sıcaktan buharlaşıp gökyüzüne varabilirdim. Giyeceğim tişörtü ararken gece üzerimde olan kapüşonluyu yatağın ucunda buldum. Anlık bir gece gözümün önüne gelmedi değildi. Balamirin bana tam
Bulunduğum yerde sarılmış olması ve hiç beklemedim nokta atışı teselliler vermesi Ulvi'nin şokuyla eş değerdi benim için. Hani yani Balamir'den bahsediyorduk. Evin kolonlarından farkı olmayan bir beydi. Dudaklarımda benden habersiz hayat bulan gülümsemeyi fark ettiğim gibi attım elimdeki kıyafeti yere. Tövbestağfurullahtı ya. Kalbime neler oluyordu öyle. Derhal kendine gelmeliydi.

Kaç saat ağlamıştım boynunda? Sarılırken kaç defa okşamıştı acaba sırtımı? İçeride benden hallice kendi arkadaşı varken gelip beni teselli etmesini nasıl açıklayacaktım? Geldiğinden beri başına hep bir problem açan o kızdım ben, nasıl hala bana iyilik yapabiliyordu? Nedendi? Ne şekil bir merhametti bu böyle?..

BalbeyamirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin