11. Bölüm

3.3K 215 5
                                    

11. Bölüm: Makarnalar da ölebilir bazen

Bugün cuma değildi belki ama yine de bayram günüydü, meleklere seyran günü Ahsenlere tatil günüydü.

Sinan'ı göndermiştim.

Evet evet başarmıştım.

Tıp fakültesinden sonra en büyük ikinci başarımdı.

Ya tamam zaten gidecekti falan ama resmen iki günde, ben farketmeden Balamir'in fullediği buzdolabını, eksilere indirmişti be. Hani elinden gelse gidecek buzdolabının plastik contalarını kemirecekti bu çocuk. Verebileceği en büyük zararı zaten o kahve makinesiyle vermiş, ek olarak birde mutfağı yiyip bitirmişti.

Neyse kardeş yoluna helal olsundu.

Ben birileri gibi cimri değildim.

Birileri gibi göreve gideceği ve iki hafta boyunca ortalarda olmayacağı gibi radikal bilgileri es geçmiyordum.

Bu radikal bilgiler kavramı içerisine kahve makinesi tabiki girmiyordu.

O konu olabilecek en uzun süreyle rafa kaldırılmıştı.

Neyse sonuç olarak her şey iyi gidiyordu. Evdeydim. Balamir henüz gelmemişti...

Mümkünse hiç gelmesindi, hatta gidebileceği en uzun göreve şu saniye gitsindi. Hani onu görmek istemediğimden değildi, haşa o ev benim olduğu kadar onun eviydi de ama varlığı bile sinirlerimin tepesine vurmasına yetiyordu.

Her ne kadar yanıma yerleşmesini bizzat onaylamış olsam da.

Bir mazlumluğa, iki mahsun bakışa yenik düşmüştük vesselam.

Dediğim gibi ben cimri değildim, sadece çevremdeki bazı insanların cimriliğini görünce yaptığım fedakarlıklardan şüphe ediyordum.

Bunun yüzünden de kafam çok doluydu, bu doluluğun sebebi kaç para olduğunu bilmediğim ama baya taşaklı görünen kahve makinesinin sapı değildi.

Yer yarılsa içine girsem de Balamir'le kahve makinesi hususunda hasbihal yapmasaydım ya.

Her şeye inat tam şuanda Sinan ve Balamir tarafından çok yıpratıldığımı düşünüyor, yalnız olduğum için de kombin deneme terapisi yapıyordum.

Her psikolojik hastalığa birebirdi.

Çoğu ilaçtan daha etkiliydi tamam mı? Hele yanınızda Büşra da varsa oh. Sıfır beşer, sonsuz dostluk.

Ama ne dostluktu he.

Bir aydır aramayan dostluk, bunca radikalliğin içerisinde zerre sorgulamayan dostluk, "Ay benim Ahsen diye bir arkadaşım vardı, bir arayayım bir sorayım" demekten aciz dostluk.

En azından dostluk, ben dışında bazılarında gerçekten dostluktu.

Üst bedenimi tamamen saran siyah, belime kadar dekolteli, manşetlerine kadar ikinci bir derim gibi sarıp sarmalayan, vatkalarından zincirle birleşen elbiseyi bir çırpıda çıkardım üzerimden, asla giymezdim bunu.

Ama yine de diz kapağımı saran bol platformlu çizmelerimle güzel bir kombin oluşturuyordu. Zaten sırt kısmındaki zincirleri hoş bir kolye görüntüsü oluşturduğundan zarif ama asil bir küpeyle kombini kapatırdım. Küpelerle uyumlu minimal bir çanta ve saçlarımı da, düşük topuz yaptığımda tamamiyle hazırdım.

Yani İstanbul için.

Bir kere Şırnak sınırları içerisinde bunu giysem, havaların bu gidişiyle birlikte iki adım atamadan donar kalırdım. Düşük bir ihtimal ama donmasam bile, insanların bakışlarına dayanamaz dalardım birine. Öncelikle fazla kısaydı, bunu buraya neden getirmiştim bilmiyordum.

BalbeyamirWhere stories live. Discover now