12. Bölüm

3.3K 226 32
                                    

12. Bölüm: Umarım sen haklısındır Ahsen

Hayat bazı şeyleri yok saymak, görmezden gelmek, içten içe bastırmak için fazla kısaydı.

Ne yaparsak yapalım, kaderimizi yaşardık, yaşamak zorundaydık. Kader deyimini saygısızca, sadece bir adama bağlamak da değildi bu. Yeni bir şehirdi mesela, farklı yüzler, çeşitli hayatlar, hayatımıza dokunacak bir kaç nesneydi. Aslında kader bayağı kapsamlı bir terimdi, yani birden çok şey olabilirdi, her kalıpta muhafaza edebilir her şeye evirebilirdiniz. Benim yaptığım da buydu işte. Şırnak için yola çıkarken de aynını düşünüyordum. Balamir'e tahammül edemediğimi sanarken bile böyleydi bu. Onu hayatımda gerçekten değerli bir yere koyduğumu hiç farketmemiştim.

Kaderim olacak kadar değeri yoktu belki, zaten hep tekrarladığım gibi benim için evimdeki bir sesten ibaretti, sırf ona muhalefet olmak için atıştığım biriydi.

Yine de...

Gerçekten dışarıdan toz pembe hayatı olan bir kız gibi mi görünüyordum?

Bilmiyordum.

Toz pembe göreceli bir kavramdı öncelikle. Evet bazılarına kıyasla toz pembe bir hayatım olduğunu kabul ediyordum. Beni çok seven bir babam vardı benim, bu en büyük şansımdı. Annem vardı, hissettirmeyi beceremese her anne gibi o da benim için kendinden vazgeçebilirdi. Mesela iki kardeşim vardı benim. Birbirimize kenetlenerek büyümüştük, aramızda öyle gizli saklımız olmazdı çoğu zaman. Ailemden yana şükürlerce şanslıydım.

Öyle ya, belki de bu kadar iyi bir aile olmamızın sebebi önceden çektiğimiz acıların izleriydi.

Onun deyiminin aksine, bu günlere babamın yarattığı cam fanusun içinde gelmemiştim ben.

Pelin... ailemizin küçük meleği. Doğarken bile bir melek gibi doğan küçük kızımız, steril hastane bezlerinin arasına doğup çocukluk döneminin yarısını da hemşirelerle geçiren, çocuk hastanesinin bedeni küçük ama yükü büyük umudu.

İlk lösemi belirtisini üç buçuk yaşında 13 kilodan 11 kiloya düşerek göstermişti. Benzi öylesine soluktu ki çocuk aklımla onun için çok korktuğumu hatırlıyordum. Bazı geceler öyle çok ateşi çıkardı ki, annemle babamın koştura koştura Pelin'i hastaneye götürdüklerini de pek tabi hatırlıyordum.

Hatırlamamın sebebi, beni de telaşla uyandırıp Sinan'dan pek bir farkım olmamasına rağmen ona göz kulak olayım diye yanına yatırmalarıydı belki de. Şuan anlıyordum anne ve babamn çaresizliğini. İkimizde küçücüktük, başımıza bir şey gelse ikimizin de birbirimize faydası olmazdı. Ama amaç vicdanı rahatlatmaktı. Bir evlatlarının canı pahasına gecelerini gündüz eylerken, geceleri arkalarında bıraktıkları çocukları düşünmek zorunda kalmamaktı.

Kısaca kabus gibi birkaç yıldı. Küçük çaplı, kendi halinde bir kasap, kanser hastası kızının hastane masraflarını ve de ilaçlarını nereye kadar karşılayabilirdi ki?

Babamın bir kamburu da ben olmamak için okuldan sonra koşa koşa dükkana gelip kasada ben duruyordum. Bazen yardım olsun diye asla anlamadığım halde et bile doğramaya çalışıyordum. Bu uğurda parmaklarımı kaç defa heba ettiğimi yahut babamdan ağlamaklı azarlar işittiğimi hatırlamıyordum bile.

Pelin böyle böyle 6 yaşına girdiğinde, uygun donör doğum gününden iki hafta sonra bulunmuştu. Babamın dediği gibi doğum günü hediyesi niyetineydi bu. Sonrası zaten bir kabustan uyanmanın en huzurlu haliydi. Pelin ardı ardına ameliyatlara girmiş kısa süre içerisinde de toparlanmıştı. Bunun şerefine babam küçük kızı için hiçbir masraftan kaçınmamış, tüm mahalleliye mükellef bir sofra kurmuştu, etli pilavları bizzat yapmış, artık ustası olduğum kuşbaşı doğramada bende diğerleri ile birlikte etleri birer birer doğramıştım. Pelin ise babamın omuzlarında etrafa gülücükler saçıyor, konu komşuya nazlı nazlı süzülüyordu.

BalbeyamirWhere stories live. Discover now