Bölüm 16 - Ölüler Kahve İçemez!

86 12 67
                                    

Okırken keyifli anlar geçirmeniz dileğiyle^-^/

ww

Fulya'nın evindeydiler. Erman'dan sonra onlar da kafeden ayrılmış, kalabalık bir mekân yerine kimsenin olmadığı evi tercih etmişlerdi. İçeri girdiklerinde Narin ısındığını hissetti. Montunu asmak üzere çıkardı

“Artık tam bir ev gibi hissettiriyor, değil mi?” Fulya, eserinden memnun bir çocuk gibi davranmıştı. Eski Fulya gibi canlı görünmek için elinden geleni yapıyordu. Normalde böyle durumlarda neşelenir, hislerini başkalarına da yansıtır ve bir keyif kahvesi yudumlardı ama artık bu tür davranışlar sergileyemiyordu. Öldükten sonra herhangi bir duyguyu hissetmek, onun için zorlaşmıştı.
Onun çabasını az çok sezen Narin “Evet, bir eve benzemiş.” dedi.

Fulya duraksadı. Başını ondan yana çevirdi. “Burada kimse yok. Rahat rahat konuşuruz.”

Narin'in aklına üst katta olmasına rağmen, alt kattaki Banu Hatun’u işiten Cansu geldi. Arkadaşının da evde biri var mı diye etrafı dinleyip dinlemediğini merak etti. “Sen bir ubır mısın?”

“Bence bunu antrede konuşmayalım. Salonda oturabiliriz. Gerçi benim için hava hoş! Saatlerce ayakta kalsam bile fark etmez ama sen yorulursun.”

Yerinden kımıldamadı. Yorulmaktan daha çok dert ettiği konular vardı. “Demek ubırsın.”

Fulya, sıradan bir konuyu açıklığa kavuştururmuş gibi özensizce konuştu. “Değilim. Ben salona geçiyorum.”

“Değil misin?” Keyfi yerine gelen Narin onun ardından tin tin yürüdü. Rahatlığı, çenesine vurdu. “Son zamanlarda kaç ubırla karşılaştım, bir bilsen! Solgunlar, tenleri soğuk, karda kışta yazlık kıyafetle geziyorlar, bizim duymadığımız sesleri duyabiliyorlar. Kanatları bile var. İnanabiliyor musun?”

Fulya onu sakince dinliyordu. “Hepsi Aram gibi kanatlı değil.”

“Ne? Sen nereden biliyorsun? Bir dakika!” Arkadaşı belki de sandığından fazla şey biliyordu. Gözlerini sımsıkı yumdu, elleriyle şakaklarını ovdu. Hazır olduğunda gözlerini açıp başını kaldırdı. “Sen bana her şeyi baştan anlatsana.”

“Nihayet!” dedi Fulya. Baştan anlatmak hem daha kısa sürerdi hem de kolay olandı. Konuya ortadan dalınca sürekli parantez açmak, her bilinmeyen için ayrı ayrı açıklama eklemek zorunda kalacaktı. “Ben kazı alanındayken senle yaptığımız son telefon görüşmesini hatırlıyor musun?”

“Unutulacak gibi değil ki!”

“İşte o gece ben Süheyla'yı ararken öldüm.”

Sonrası ağır bir sessizlik...

Narin kalakaldı. Yanlış duyup duymadığını anlamak için o son cümleyi kafasında defalarca tarttı. Yine de bir terslik vardı. ‘öldüm' eylemi oraya yakışmıyordu. Çünkü böyle bir şey mümkün değildi. Çünkü arkadaşı buradaydı. Tam karşı koltukta oturmuştu. Konuşmuştu. Hatta bir saat önce dışarıda kahve içmişlerdi. Ölüler kahve içemezdi. Güldü.

“Özür dilerim, son söylediğini tekrarlar mısın? ‘öldüm' dediğini sandım da.”

“Doğru duydun, Narin. Ben öldüm.”
İdrak etmek, bu kadar mı güç bir eylemdi? Bilinen, kanıtlanmış gerçekleri dahi idrak etmek zorken bir de bilinmeyenleri çözümlemeye çalışmak, deveye hendek atlatmaktan zordu.

“Hiç çuvaldızın var mı?” diye sordu Narin ruhsuzca. “İnce uçlu kalem de iş görür.”

“Ne için?”

SAKLI SOYLAR ¤ Yar-Sub ÇatlıyorWhere stories live. Discover now