2|not the same morning

667 87 32
                                    

Dove'un hayatında genel olarak bir değişim olmaz, neredeyse her günü aynı geçerdi. Sabah yedide uyanır, kahvaltı yapar, hazırlanır, işe gider, işte berbat saatler geçirir, akşam eve gider, akşam yemeği yer, televizyon karşısında oturur ve televizyonun sesiyle uykuya dalar. İşte hepsi bu.

Ancak bir süredir bu rutinde yalnızca tek bir fark vardı.

Düşüncelere daldığı zamanlarda düşündüğü şeyler, kaygıları ve onda yaralayıcı izler bırakan hüzünlü anıları olurdu. Fakat yaklaşık bir ay önceki doğum gününde karşılaştığı yabancıyla geçirdiği o kısa vaktin ardından kendini çoğu zaman o adamı düşünürken buluyordu. Onunla geçirdiği her dakikayı ve söylediği her kelimeyi zihninde tekrar canlandırıyor, bazen ise sanki bir senaristmiş gibi farklı senaryolar oluşturuyordu zihninde. Suskun olmak yerine sohbet etmekte zorlanmayan birisiydi o senaryoların birinde. Keşke gerçek olsaydı, ne acı.

O sabah yine aynı başladı.

Bradford'un puslu sabahına uyandığında kendisine kahvaltı hazırladı. Her ne kadar üşengeç bir insan olsa da kahvaltıyı önemserdi. Kahvaltı yapmadan evden çıktığı zamanlar garip bir şekilde günün geri kalanı da korkunç geçer ve kahvaltı yapmadığına pişman olurdu.

Kahvaltının ardından hazırlandı ve yola koyuldu. Elleri montunun cebinde, öylece yürüyordu. Ana caddeye çıktığı zamanda kaygıları çevresini sarmaya başlardı ama son zamanlarda olduğu gibi yine o yabancıyı düşünmüştü. Yaraları tamamen geçmiş miydi acaba? Yoksa başı belada mıydı ve daha kötü şeyler mi yaşamıştı?

Sana ne aptal, dedi Yumru. Elbette bir yorum yapmak zorundaydı.

Kendisinden yaklaşık altı ya da yedi metre ileride yürüyen orta yaşlı bir adam, karşıdan gelen kapüşonlu bir genç ile sertçe çarpıştığında Dove iç güdüsel bir şekilde olduğu yerde durdu.

Kapüşonlu olan elini orta yaşlı adamın koluna yerleştirerek özür diler gibi bir tavır takındı ve ardından ikisi de yoluna devam etti. Dove onun yüzünü görmüştü. Kapüşonlu olanın. Bu defa yüzü kanlı değildi. Ancak yine de dudağının kenarında kabuk bağlamış başka bir yara var, teni de oldukça solgundu. Daha korkunç olanı ise orta yaşlı adam ilerlerken tanıdık yabancının Dove gibi olduğu yerde durması ve az önce çarpıştığı adamın cebinden ansızın çaldığı cüzdanını açmasıydı. Açtığı cüzdanın içindeki birkaç banknotu alıp artık işine yaramayan cüzdanı yol kenarına fırlatmıştı. Banknotları kabaca katlayıp cebine sıkıştırırken sonunda önüne baktı ve Dove ile gözleri kesişti.

Seni hatırlamaz. Devam et.

Dove hemen gözlerini kaçırdı. Günlerce zihninde anısını canlandırdığı bu adamın kendisini hatırlamayacağından Yumru kadar emindi. Dolayısıyla üzülmemek için yoluna bir an önce devam etmesi gerekiyordu. Montunun cebindeki ellerini gergin bir şekilde yumruk haline getirdi ve yüzünü hafifçe eğerek yürüdü.

Birkaç adım atmıştı ki tınısını unutmadığı ses "Dove?" dedi sessizce.

Dove tekrar durdu ve çekinerek ona baktı. Yabancının gözlerinde şaşkınlık ve sıcaklık görülüyordu. "Beni hatırlamadın mı? Doğum gününde tanışmıştık."

"Hatırladım." diye mırıldandı. Kalbi çarpıyordu. En son böyle çarptığında bir kaygı krizinin pençeleri arasındaydı. Ne garip. Şu anki çok gerçek ve yakıcıydı.

Kapüşonunu biraz geriye çekerek siyah saçlarını açığa çıkardı. Gözleri... Gözleri de çok güzel renkleri barındırıyordu içinde. O gün karanlıktan dolayı görememişti.

fading flower • zmWhere stories live. Discover now