5|ghost on the table

585 81 20
                                    

"Ne diyorsun?"

Dove dalgın gözlerini karşısında heyecanlı bir şekilde oturan Fiona'ya kaldırdı. "Neye?"

"Akşam geleceksin değil mi? Lütfen beni yalnız bırakma. Lütfen."

Fiona on dakikadır bu akşam Justin ile gidecekleri pubdan bahsediyordu. Bradford'ta aktivite yapılacak pek bir yer bulunmazdı ve geçen günlerde yeni açılan Midnight adındaki pub, son zamanlarda epey ilgi çeken bir yerdi. Dove böyle yerlerden çok hoşlanmazdı. Kapalı, havasız ve insan dolu... Fiona'nın teklifini kabul etmek istemiyordu. Ama kabul etmezse Fiona'nın onu asla rahat bırakmayacağını da biliyordu.

"Lütfen Dove, geleceğini söyle. Arkadaşım Wendy'i biliyorsun ama gelemeyeceğini söyledi. Yani tek seçeneğim sensin."

Seçenek... İşte sen busun Dove, dedi Yumru. Diğer seçenekti. İkinci tercih.

"Bilemiyorum." dedi Dove.

Hayır, demek istedi. Kesin bir şekilde, hayır. Öyleyse neden söyleyemiyordu?

Ruhunun sıkıştığını hissetti. Başına ağrılar girdiğinde koşarak kaçma isteği ile doldu. Fiona'dan, Midnight'tan ve Bradford'tan. Sadece kaçmak istedi.

"Justin de arkadaşını getirecek Dove. İsmini hatırlamıyorum ama senin tipin olduğuna eminim."

Fiona, Dove'un tipini bilmezdi. Fiona, Dove ile ilgili hiçbir şey bilmezken onu tanıyormuş gibi davranıp sahte bir samimiyette bulunuyor olması Dove'un midesine bir bulantı soktu. Dove, Fiona'nın yüzüne bakmak ve ondan korkunç bir şekilde nefret ettiğini haykırmak istedi.

"Eğleneceğiz. Biraz içeriz, sohbet ederiz. Sıkılırsan oradan ayrılırız, yemin ederim."

Yalan söylüyor, dedi Yumru.

Biliyorum, dedi Dove.

Ne acıydı. Kabul etti. Akşamın berbat geçeceğinden emin olarak geleceğini söyledi. Yine de içinde küçük ve belli belirsiz bir umut da vardı. Belki beklediğinin aksine boktan bir akşam geçirmezdi. Belki biraz olsun o andan zevk alırdı. Öyle olmasını umdu.

Gün yavaş geçti. Market epey yorucuydu. İşi bitip eve doğru yürürken yaklaşık iki haftadır olduğu gibi yol boyunca Zayn'i düşündü. Bu iki haftalık dönemde onu bir kere görmüştü zaten. Dört gün önce yolda yürürken karşı kaldırımdaydı. Yanında bir kadınla beraber yürüyordu. Kadına karşı ilgisizdi, sanki onu tanımıyormuş gibi. Kadın ise neşeli bir şekilde ona bir şeyler anlatıyordu. Belki de bir ilişkileri vardı, Dove anlayamadı. Ama durmaksızın onları gördüğü o birkaç saniyeyi düşünüp duruyordu. Tuhaf bir şey hissediyor her seferinde. Rahatsız edici bir şeyler.

Issız evinde dünden kalan yemeğini yedi. Yüzünü yıkadı ardından. Aynadaki yansımasına baktı. Çirkin hissediyordu. Çirkin kahverengi gözleri, çirkin kahverengi saçları, kısacası çirkin bir yüzü vardı. Çoğu zaman aynaya bakamazdı bundan dolayı. Kendini görmeye katlanamıyordu.

Hızlıca odasına gidip dolabını açtığında rastgele aldığı iki parça kıyafeti giydi. Pek özenli sayılmazdı. Özenli olması da gereksizdi zaten. Sadece dağınık saçlarını biraz taramıştı. Ardından salondaki koltuğa oturdu. Öylece beklerken biraz Pinterest'teki fotoğrafları inceledi. Son zamanlarda havayla kuruyan kilden yapılma objeler trenddi. Dove da kilden bir şeyler yapmak istiyor ve yapılan şeyleri ilham verici buluyordu. Ne yazık ki hiç vakti yok. Bu isteği sadece bir istek olarak kalıyordu. Çoğu şey gibi.

Fiona'dan haber geldiğinde evden çıktı. Evden birkaç metre öteden sonra Fiona'nın teklifini kabul ettiği için çok pişman oldu. Berbat hissediyor. Ayakları eve geri dönmek istercesine dirense de bunun için artık çok geçti. Yumru çok kızmıştı. Onun azarlamalarını işitirken olumsuz duygu bulutu başının tepesinde onu takip ediyordu.

fading flower • zmWhere stories live. Discover now