5

9 2 0
                                    

(Irmak)

Üniformam misafir odasında kalmıştı. Ütüyü genellikle orada yapıyordum. Odaya girdim ve üniformamı aldım. Gözüm akşam gördüğüm deftere ilişmişti. Odada olmayışını fırsat bilerek defteri karıştırmaya başladım. Kendi el yazısıyla bir şeyler yazmıştı. Daha ilk cümleyi bile okuyamadan ayak seslerini duydum. Hemen defteri kapattım ve odadan dışarı çıktım. Bize kahvaltı hazırlamıştı erken kalkıp. Bu sefer itiraz etmedim çünkü kendim hazırlasam geç kalırdım. Poyraz'la hızlı bir şekilde kahvaltı yaptık. O o masada oturmadı rahatsız etmemek için. Evden sekizde çıktık. Poyraz'ı okula bıraktım ve ben de merkeze geçtim. Merkezdekilerle selamlaştıktan sonra masama oturdum.

-Günaydın.

-Günaydın.

-Nasılsın dünden beri?

-İyiyim iyi tekrardan dün için teşekkür ederim. Poyraz çok mutlu oldu.

-Ben yine böyle etkinlikler olursa haber veririm.

-Tamamdır.

Bugün içinde gereksiz bir huzursuzluk vardı. O defterde ne yazdığını merek etmeye başlamıştım. İçimden "Boş ver o kadının yazdıklarını" demek geçse de içten içe merak ediyordum. Ve günün ilk operasyonu gelmişti bile. Olay yerine doğru harekete geçtik.

(Rüzgar)

Günlerdir Irmak'la konuşmanın yollarını arıyorum. Aklıma hiçbir yol gelmiyor. Dün merkez çıkışına gittiğimde bir adamla ve oğluyla çıktı. Belki de kocasıydı kim bilir. Ah baba ah, beni böyle bir duruma sürükledin. Ne yaparsam yapayım sonu çıkmaz sokak. Tek başıma her şeye yetmeye çalışmak çok zor. Arada babam olmasa onun yüzüne bile bakmam. Bana yaptığı hiç bir şey zihnimden çıkmıyor. Bir insan çok sevdiği birine böyle yapar mı?

-Ağabey, yemek hazır. Annemi yedirdim sen de gel beraber yiyelim.

-Yok Rana aç değilim.

-Bir süredir eskisinden daha kötü bir haldesin farkında mısın sen acaba? Ruh gibi dolanıyorsun beni bir kere bile sormuyorsun ağabey. Ben aylardır yemeğimi yalnız yiyorum. Ya ben yirmili yaşlarımda neler yaşıyorum görmüyor musun? Gençliğim bitti benim, hayallerim öldü. Yıllardır anneme bakıyorum bir gün sesimi çıkarmadım ama burama kadar geldi. Sen sadece işe gidip geliyorsun. Arka planda neler yaşadığımı hiç düşünmüyorsun ki? Sizin o iğrenç işleriniz yüzünden hayatımız mahvoldu. O çok sevdiğin Irmak seni bırakıp gittiğinde ben vardım yanında. Ama bunların da bir önemi yok değil mi? Sen bana "kardeşim" diyerek en son ne zaman sarıldın ağabey? Ben hatırlamıyorum bile.

Söylediklerinde o kadar haklıydı ki. Kendi dertlerimden onu bu karanlıkta yalnız bırakmıştım. Tek kelime edemezdim dediklerine karşı. Ağlayarak odamı terk etti. Benim de içim ağlamaya başlamıştı. Şimdi dışarıda arkadaşlarıyla muhabbet etmesi gereken yaşta anneme bakıyordu. Ve babam her şeye rağmen bize bunları yaşatan kadınla konuşmamı istiyordu. Belki de bu nefretimi kusmam gerekiyordu. Gözyaşlarım bedenimi terk ederken odadan çıktım. Ne olursa olsun onunla konuşacak gerekirse küfürlerle içimdeki ona karşı olan nefreti kusup dönecektim. Artık hiç bir şey bu dünyada umurumda değildi. Mavi ceketimi alıp ayakkabılarımı giymeye başladım.

-Nereye gidiyorsun?

-Bize bunları yaşatanla yüzleşmeye.

-Ne?

-Merak etme abim her şey düzelecek. Sen de diğer gençler gibi olacaksın.

-Ağabey korkutma beni.

-Korkma güzelim.

-Ağabey!

Eğer Rana'yı biraz daha dinlersem vazgeçerdim. Alelacele evden çıktım ve merkeze doğru yürümeye başladım. Her şeyin bittiği ve asıl şimdi başlayacağı o yere.

(Mithat)

-Mithat Yılmaz! Görücün var!

Şu sözü duymak bile bazen ilaç gibi geliyordu insana. Buranın kasvetli havasının içinde bir umut ışığıydı. Birilerinin hala beni unutmadığını bilmek iyi geliyordu. Görüş yerine doğru emin adımlarla giderken bir anda kalbim tekledi. Duvara yaslanarak destek almıştım. Gardiyan ne olduğunu sorduğunda aniden gelen acı kesilmeye başlamıştı. "iyiyim sadece bir an kalbim tekledi" Odanın kapısındayken bir an durakladım. Ani gelen bu hissiyatla içeri girdim. İçeri girdiğimde onunla karşı karşıya gelmiştik. Karşımda Meltem bana bakıyordu. Ne kadar da acı dolu bakışmaydı ama! Yıllarım gözümün önünden geçmeye başladı. Çok uzun zaman olmuştu görmeyeli. O on altı yaşındaki güzelliği hala dursa da gözleri yılların yorgunluğunu halter gibi kaldırıyordu. Alnında kakülü olan kız gitmiş kırışıklıklarla dolmuştu. Göz kenarları ince ince kırışmış. Sahi düşünüyorum da kaç sene bu güzelliği soldurmuştu? Dile kolay 31 yıl ne çabuk çar çöp olmuştu? Irmak'a, Rüzgar'a , bana ve aileme yedi senedir acı çektiren adamın karısı bunda ne kadar rol oynamıştı? Onun bilerek bana zarar vermeyeceğini biliyordum. Ama yine de içimden bir ses onu suçlamadan edemiyordu.

-Merhaba Mithat.

- Meltem, ne işin var senin burada?

-Çok vaktini almayacağım biraz beni dinler misin? Kötü bir niyetim yok.

-Seni dinlemek isteyip istemeyeceğimi bile bilmiyorum.

-Peki dinleme o zaman sadece buraya yazdıklarımı okumanı isterim. Benim hakkımda en ufacık şüphe duymaman en çok isteyeceğim şey.

Elindeki defteri ve mektup zarflarını bana uzattı. Ondan sonra masadan kalkıp gitti. Hayatımız her zamanki gibi yeniden şekilleniyordu. Bir ay sonra mahkemem var ve ben dışarıda nasıl yaşayacağımı unutmuş bir haldeyim. Önce Irmak şimdi Meltem yeniden hayatıma dahil olmuşlardı. Üstelik torunumla beraber. Belki de hayat radyosunda eskiden sevdiğim bir parçaya denk gelmişimdir yıllar sonra. Yazdığı yazılardan en yeni tarihli olanlarını okumaya başladım:

Hayatım ikinci kez bir Eylül sabahı karardı. Biricik oğlum, Alim, babasının "kardeşini git bul" emriyle çıktığı yolda İstanbul'a gitmiş, orada Mithat'ın oteline kadar bulmuştu. Nasıl bulduğunu bilmiyordum ama tahmin edebiliyordum. Muhtemelen benim böyle bir şey yapabilme ihtimalime karşılık oraya da bakmasını istemişti Lütfü. Gerçekten orada olduğunu öğrenince deliye dönmüştü. Böyle bir şey olacağı aklının ucundan geçmezdi bana güveninden. Bir evladım babasının aklıyla hareket ediyordu ötekininse hayatı tehlikedeydi. Hangisine üzülsem bilmiyorken tam beklediğim gibi Lütfü beni gelip sıkıştırmaya başladı:

-Sana yıllarca sesimi çıkarmadım. Seni yıllarca sevmek istedim karşılığı bu muydu lan! Keşke ağabeylerin seni döve döve öldürseymiş de bu iş bana kalmasaymış. Bunu demesiyle bana tokat attı. Tokadın etkisiyle yere düşmüştüm ve o da bunu fırsat bilerek boğazıma yapışmıştı. Nefes alamamaya başlamışken aniden telefon çaldı. Çok ısrarlı çalınca beni bırakıp telefonu açtı. Ben de nefes almaya başlamıştım. Bir anda yüz ifadesi değişmişti. Telefondaki ses her ne söylüyorsa bu onu resmen ağlatmaya başlamıştı. Oturduğu yerde yüzündeki çaresiz ifadeyle ağzından iki kelime çıkmıştı. O iki kelime benim dünyamı başıma yıkmıştı.

-Ali ölmüş!...

-Yemek vakti!

Okumayı burada bırakmıştım ama ona verdiğim tepkiden şimdiden pişman olmaya başlamıştım.

TEKRAR EDEN ŞARKIWhere stories live. Discover now