Bölüm 12

657 80 467
                                    

Dilsiz şifacı Zeynep’in tedavisini yaparken odada ölüm sessizliği vardı. Meryem, Haru’nun şifacıyı sabahın erken saatlerinde getirmesini beklemiyordu. Ama kardeşi daha az acı çekeceği için mutluydu. Tedavilerin sadece sonucu erteleyeceğinin farkındaydı. Büyü nasıl olduğunu bilmediği bir şekilde bozulmuştu. Büyüye neyin nasıl olduğu kimleri etkileyip etkilemediği umurunda değildi. Umurunda olan tek şey kardeşi üzerindeki etkiydi. Sadece kendisini savunan biri bu kadar acı çekmemeliydi.

“Ahh!” Zeynep dudaklarını birbirine bastırmakta gecikmişti. Haru duyduğu sesle yaslandığı kapı pervazından doğrulup Zeynep’e yöneldi. Meryem ise başını çevirip pencereden bakarken dişlerini sıktı. Kardeşi acı çekerken yapabileceği hiçbir şey yoktu. Elini yavaşça kalbinin üzerine doğru götürdü. O kadar çok acıyordu ki… Hiçbir şifacı bunu iyileştiremezdi.

Haru ise Zeynep’e bakarken hayatında ilk kez kafasındaki tilkilerin kuyruklarının birbirine dolandığını hissetti. Neyse ki az önce tepkisini büyük olan Annesoylu fark etmemişti. Berjerde oturup pür dikkat Zeynep’i izleyen Eflal ise ona dönmüş ve Haru’nun hiç hoşuna gitmeyen bir gülümseme bahşetmişti. Eflal, Haru için bir tehdit olamazdı. Onun burayı sık ziyaret eden ve meclistekilerle bağı olan biri olması Haru için hiçbir şey ifade etmiyordu. Sebebini bilmediği bir şekilde çekindiği kişi Meryem’di. Kardeşi için yapabileceklerinin sonu yok gibiydi.

Kafasını sağa sola sallayıp düşüncelerini atmak istedi. Bunların bir önemi yoktu. Kızın sonu dün mahzende gördükleri ile aynı olacaktı. Yapacağı ya da hissedeceği her şey anlamsızdı. Büyük olanın kabullenememesini anlıyordu. Ancak olacakları değiştiremezdi. O da Meryem’in baktığı yöne baktı. Acaba ne görmeyi umuyordu? Anlaşılan büyük olan sadece kardeşine bakamıyordu. Kadının yüzünün sol tarafı çoktan deforme olmaya başlamıştı. Kıyafetinin sakladığı yerlerde durumun çok daha kötü olduğu barizdi. Haru için bunlar sıradandı. Ama Annesoylu’nun kaldıramaması normaldi.

Derin bir nefes alıp kollarını bağladı. Sonunda şifacı işini bitirdiğinde kendi sırası gelmişti. Eldivenlerini çıkartıp Zeynep’in karşısında durdu. Zeynep çok yorgundu. Çektiği acı ve yüzü ile vücudunun gösterdiği çürüme onu mahvediyordu. Karşısında duran adama baktı. Ellerindeki izler ben hırsızım diye bağırıyordu. Madem hırsızdı, neden bu kadar güzeldi? Omuzlarına kadar gelen saçlarını bugün toplamamıştı. Az önce kafasını sallarken saçları da ona eşlik etmişti. Bu adamın bu kadar güzel olması haksızlıktı. Adamın ellerini tutup gücünü kullanmaya başladı. Yorulmak yerine kendine geldiğini fark etti. Gücünü kullanmak ona hala işe yarar hissettiriyordu.

Meryem dikkatini kardeşi ya da Haru’ya veremiyordu. Kafasının içindeki düşünceler onu içten içe öldürecek gibiydi. Eğer ki asker suçsuzsa şifacı da öyle olmalıydı. O zaman neden konuşamıyordu? Meryem, Zeynep Haru’yu iyileştirirken ani bir kararla şifacıya dönüp eliyle ağzını zorla açtı. Kadın her ne kadar dirense de hazırlıksız yakalanmıştı. Meryem göreceğini görmüştü. Kadının dili yoktu. Birisi şifacının dilini koparmıştı. Mahkeme günü yüzünün beyazlığı ve bakışlarındaki hissizlik anlam kazanmıştı.

Gördüğü şeyden korkmuşçasına birkaç adım geriye attı. Zeynep tüm bitkinliğine rağmen konuştu.

“Abla, iyi misin, bir problem mi var?”

Meryem kardeşine baktıktan sonra tekrar şifacıya döndü. Bu kötülüğü kim yapmıştı? Birileri istediği gibi kötülük yapabiliyor ama büyü tarafından etki görmüyordu. Bunun başka açıklaması olamazdı. İnsanlar aynı şekilde bedelini ödeyeceklerini bilerek bunları yapamazlardı. Eflal bir şeyler söyledi, algılayamıyordu. Haru’nun ona doğru yaklaştığını fark etti. Odadaki diğer kişilerin aksine sakindi. Yüzünde her zaman ki gülümseme vardı. Eldivenlerini yavaşça yeniden giydi.

BEYAZDove le storie prendono vita. Scoprilo ora