[9]

871 122 45
                                    

Uyandığımda yanığın üzerine yara bandı ile yapıştırılmış Papatya ile bir anlığına afallamış, odamın ortasında tanımlanamayan bir pozisyon ile uyuduğunu görünce gülüşüme engel olamamıştım.

Gülüşümü, O'nu uyandırmamasını dileyerek hemen yok etmiştim.

Komik gözüküyordu ama yinede mükemmeldi. Ceketi koltuğun üzerinde, tişörtünün yakası pürüzsüz boynunu açığa çıkarıyordu. Adım gibi emindim ki, berbat görünüyordum. Kalkıp, aynanın önüne gidecek enerjiyi bile bulamadım kendimde. Gözlerim telefonumu aradı. Aramalarımın sonucunda yastığımın altında bulduğum telefonumu açıp, saate ve tarihe baktım.
11.34...

Günleri takip etmezdim. Çünkü bana göre her insan hep aynı güne uyanırdı. Değişen tek şey sayılar olurdu.

Bugünün tarihi bana biraz tanıdık geliyordu. Tanıdık geldiği kadar da gereksizdi. Sahi, bugün benim doğum günümdü.

Telefonumu kapatıp, eski yerine koyduğumda bana baktığını farkettim. Göz göze geldik. Güldü...
Dalga geçmek için değildi bu gülüş.
Gerçekten komik olan bir şey vardı. Gözlerim üzerimde gezindi. Benim tişörtüm neredeydi? Büyüyen gözlerim ile O'na döndüm. Gülüşü, kahkahaya döndü.

"Tişörtünün üzerine kusmuş-"
Kendi cümlesini yarıda bırakıp, başka bir cümle ile konuşmasına devam etti.

"Hayır, hatırlamıyorum. Sadece girişte topaklanmış bir tişört var."

Rezillik. Utanç duygusunu zirvede hissettim o sırada.

Tekrar yatağıma uzandım. O hâlâ yerden kalmamış, aynı pozisyonu ile öylece uzanıyordu.

Gülüşüme tekrar engel olamamıştım. Hafifti bu gülüş, her an kırılacak gibiydi.

Bana baktı, sonra kendisine...
O da güldü. İyi hissettirdi bu durum.

Uzun süre boyunca ne O yerinden kalktı, ne de ben...
Arada saçma sapan konulardan bahsediyor, gülüyorduk. Ama O'nun kafası başka bir şeydeydi. Sık sık telefonunu kontrol ediyor, bir şey olmadığını görünce cebine sıkıştırıyor ve bu olayı yüzlerce kez yapmaya devam ediyordu.

Birini bekliyordu ya da birilerini.
Kim bilirdi bu gün kimlerle gezeceğini?
O'nun bildiği bile söylenemezdi. Bilmediğiniz kişiler ile gezmek, cesaret isterdi.

Mesaj geldiğini belirten ses ile kalkması bir oldu. Korkup, ben de yerimden kalkmıştım.

"Ne oldu?"

Ceketini üzerine geçirip, aynanın karşısına koşup saçını düzeltirken cevap verdi.

"Hiçbir şey."

Bir şey beklemiştim O'ndan. Klişe bir doğum günü sözü ya da hediyesi değil. Benim bile ne olduğunu bilmediğim bir şey...
Ufacık olan umudum ile beklediğim o şey, kapıyı sertçe kapatıp gitmesi ile yok olmuştu.

Şaka yaptığını zanettim bir an. Kapıyı açıp, sonra tekrar kapatıp orada saklandığını zannettim. Ne aptalım...

Öyle bir şey olmadığını kapının önüne gidince anlamıştım. Ayrıca orada bir tişört yoktu. Bu detaya takılmamış, tekrar odama gitmiştim.

Saatin ne kadar hızlı geçtiğini gökyüzünün gittikçe kararması ile anlayabilmiştim.

Yokluğunu fırsat bilip, daha önce cesaret edemediğim şeyi yapmıştım; odasına girmiştim. -uzun zaman sonra.-

Odası daha çok sigara ile karışık Lavanta kokuyordu. Klasik bir odası var denilebilirdi. Duvarlardaki boşluklar insanları boğacak nitelikteydi.

Yatağına uzanıp boş tavanı izlemiş, çekmecelerine bakmıştım. Birkaç kulaklık dışında çok fazla şey yoktu.

Sonrasında odama gidip, uyumaya çalışmıştım. Evet, başarılı olamamıştım.

Gecenin bilinmeyen bir vaktinde duyduğum anahtar sesi ile, geldiğini farketmiştim. Her zaman yaptığı gibi doğruca odasında gitmek yerine yanıma gelmişti.

Dağılmıştı. Gerçekten normal -bana göre- bir şekilde geleceği zamanı merakla bekliyordum. Ancak bu imkansızdı. Çünkü O'nun normali, bu durumdu.

Duvara sırtını yaslayıp, yavaşça bedeninin kaymasına izin vermişti. Başı yorgunluk ile beraber aşağıya düşmüştü.

Yatağımdan aşağıya kayıp, sürünerek yanına gittim. Tam karşısında durup, tek elimle çenesini kavrayıp kafasını kaldırdım. Gözlerinden önce çenesindeki morluğa gitmişti gözüm.

Bakışlarımı farketmiş olacak ki konuşmaya başladı.

"Fena vurdu."

Sonra güldü. Eski hâline döndü.

"İçtin mi?"

"Hayır." İç geçirdi pişmanlıkla. İçmeyi diliyor gibiydi.

Hafifçe kıpırdanıp, cebine yöneldi. Tek eli ile sağ cebindeki küçük paket keki, diğer eli ile sol cebindeki ince mum ve çakmağı çıkardı. Keki açıp, üzerine ince, beyaz mumu koydu. Mumu yakıp, bana uzattı.

"Doğum günün kutlu olsun, Papatya."

Güldüm. Mükemmel hissettim. Biraz olsa da, içinde hâlâ eski Jeonghan'ı yaşattığını farkettiğim için mutlu oldum.

"Dilek dilemeye ihtiyacın yok."

"Ya varsa?" Kaşlarımı kaldırarak sorduğum soruyu omuzlarını silkerek cevap vermişti.

"Dile o zaman."

"Ya gerçekleşmeyecek bir şeyi dilersem?"

Keki biraz daha yüzüme yaklaştırıp,

"Çok konuşuyorsun." dedi.

Öyle olacağını biliyordu. Ben de biliyordum. O yüzden O'nu diledim, O'na hiç sahip olamayacağımı bile bile...
Sonrasında hafifçe üfledim muma.

"Yaşlanıyorsun." Dudaklarının arasından kayan kelimenin ardından güldü.

Ben de gülerek O'na karşılık verdim.

"Aynı yaştayız."

Omuzlarını umursamazca kaldırıp indirirken, gözlerinin kapanmasından birkaç saniye önce konuştu.

"Bu arada... Tişörtünü ben çıkarttım. Şu an bende. Ne zaman vereceğimin hakkında soru kabul etmiyorum."

-
Yazdığım en uzun bölüm olabilir.

 nothing | jeongcheol ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin