[11]

769 102 28
                                    

O'nunla iyi geçiniyordum. Yanı kısa sürelik tartışmalarımızı saymazsak... O eve geliyor, konuşmuyor ve odasına kapanıyordu. Ben sinirlenip kapısına yüzlerce kez vurduktan sonra beni koridordan alıp, salona kadar taşıyıp, oraya kitliyordu. Kafasını dinliyor olabilirdi. Ama bu biraz kabaca değil mi?

Neyse, hergün tartışmayalım diye yapıyor herhalde. Değişiyordu ama yavaş yavaş. İlk önce o lanet sigarasını bıraksa daha iyi olacaktı ama hiç bırakacak gibi durmuyor.

Bu arada, yanık izi yavaş yavaş geçiyor. Üzüyor açıkçası bu durum. "Keşke geçmese." diye geçiriyorum çoğu zaman.

Şimdiki durumumuz çok klasik. Adını bile bilmediğimiz bir kafede oturuyoruz. Soonyoung ile Jihoon ve Vernon ve Seungkwan arasında hararetli bir tartışma var. Hangi konuda olduğu hakkında ufak bir fikrim bile yok.

O ise mutlu bugün. Fazlasıyla mutlu. Keyfi yerinde, etrafa gülücükler saçıyor. Bir şey farkettim; gerçekten çok güzel gülüyor.

"Hadi ama, tabiiki de bizim takım onları yenecek."

Duyduğum bu cümle ile ne hakkında konuştuklarını anlayabilmiştim. Okullar arası basketbol maçı vardı. Hayır, takımda buradan kimse yok. -olacağınıda düşünmüyordum zaten.-

Jeonghan, telefonuyla ilgilenmeye devam ederken Jihoon'a cevap vermişti.

"O kadar emin olmayın, karşı tarafta 1.90'lık çocuk var."

Soonyoung ve Jihoon aynı anda büyümüş gözleri ile Jeonghan'a dönmüştü. Vernon ise "Ben biliyordum." edasıyla kafasını sallamıştı. Jihoon kendisini avutmak istercesine,

"Boyla olmuyor ki, yetenek ister. Yetenek." demişti.

Vernon ona kafa tutarcasına,

"Ne demek boyla olmuyor? Çocuk potaya asılsa maç onlarda." deyip, yemeğine gömülmüştü.

Jeonghan telefonu ile ilgilendiği süre boyunca O'nu izlemiştim. Bu izleme, mükemmel zamanlamasının devreye girmesi ile son bulmuştu. Gözlerini, gözlerime dikmişti. Ben de utancımdan gözlerimi hemen kaçırmıştım. Tabii sonra O'nun kahkasını duymuştum.

Herkes kendi işi ile ilgilendiği zaman telefonum çalmıştı. Bunu beklemediğim için bir anlığına afallamıştım. Arayan numarayı bilmiyordum ancak herkes bana baktığı için çaktırmamaya çalışmıştım.

Aramaya açtığımda karşıdan gelen mutlu ve bir o kadar da yükses ses ile telefonu kulağımdan biraz uzaklaştırıp, yüzümü buruşturmuştum.

"Merhaba, Seungcheol!"

Bu ses Seokmin'e aitti. Bir ara numarasını kaydetmem lazımdı.

"Merhaba."

Sesim onunkinden soluktu.

"Şey, müsaitsen buluşabilir miyiz?"

Cevap vermeden önce bakışlarımı masada gezdirmiştim. Masadaki herkes onlara baktığımı görünce, bana bakmayı kesmişlerdi. Trip atıyorlardı. Ancak ne olduğunu merak ediyordum. Gitmem lazımdı.

"Tamam, geliyorum. Nerede buluşacağız?"

Kabul etmeme şaşırmış olmalı ki, biraz kekeleyerek cevap vermişti.

"...'ya gel."

Yerin ismi tanıdıktı. Onaylayıp aramayı sonlandırdım. Ceketimi düzeltip, oturduğum yerden kalktım.

İlk soruyu Seungkwan yöneltmişti.

"Nereye?" sesinde biraz kırgınlık vardı.

"Seokmin ile buluşacağım. Erken biterse sizi ararım, belki buraya tekrar gelebilirim."

Telefonuna gömülmüş Jeonghan, cevap vermişti.

"Sanmıyorum. Çok konuşuyor ve saçmalıyor. Bugün bitmesi için dua etmelisin."

Yüzündeki sinirli ifadeyi görüyor musunuz? Ah, tabiiki de hayır. Çünkü O, umursama durumundan çok uzak.

----

Geri döndüm...

 nothing | jeongcheol ✔Where stories live. Discover now