Yeniden Kırık Miğfer Hanında

496 36 2
                                    


Gren gözlerini açtığında kendini berbat hissediyordu. Midesi ağrıyor, ağzı kuruluktan açılmıyordu. Üstelik, sağ omzu ve başı, başta olmak üzere vücudunun her yeri sancıyordu. Bir de yorgunluk eklenince Gren birkaç gün daha orada öylece uyuyabilirdi.

Zorla dizleri üstüne kalktı (Gizli bölme ayağa kalkılacak kadar geniş değildi) , asasını ve çantasını alarak geçidin kapısından yukarı çıktı.

Bir süre etrafını kontrol ettikten sonra tekrar ayağa kalktı ve mağaranın içinde dolaştı. Dün gece mağaranın her köşesine girip çıkmıştı ama hiç bir yeri hatırlamıyordu. Bir süre öylece yol aramadan yürüdü ve kısa zaman sonra bir ışık demeti gördü. Yönünü o tarafa çevirdi.

Işık demetini bulması pek de uzun sürmedi. Işığa doğru yürüyünce buranın bir kapı olduğunu anladı. Fakat dün girdiği yer değildi burası. Ne köprü vardı, ne de taşlar.

Temiz havayı içine çekti ve o an dün ona mağarayı bulduran taşın aynısından bir tane daha gördü. Durup minnetle taşa baktı bir süre. Sonra eğilip taşa dokununca, tozların altına saklanmış yazıyı fark etti.

Delaros Geçidi

"Delaros Geçidi," diye tekrarladı Gren.

Gren şimdi nerede olduğunu biliyordu artık. Ama nereye gideceğini hala bilmiyordu. Aslında nerede olduğundan bile haberi yoktu ; Gölge Krallığa ne yöne düşüyor, köyü ne tarafta kaldı... hiç birini bilmiyordu.

Bir süre öylece yürüdü ve sonunda bir yola vardı. Yolu takip etmeye başladı. Bir yandan da midesiyle uğraştı. Açlığı ilk kez tadıyordu ve bu kadar acı olduğunu bilmiyordu. Sanki ölümünü herkes istiyor gibiydi. Tek bir kurtuluş yolu bile bulamıyordu.

Toprak yolda ilerlemeye devam etti bir süre. Sonunda bir geçide daha vardı. Bu diğeri gibi büyük ve ferah değildi. Taşlar üstüne düşecek gibi duruyordu. Gren geçide girdi ve dimdik ilerledi. Bir süre geçidin içinde ilerledi. Taşların arası ona güvenli gelmiyordu. Sanki her oyukta bir canavar dolaşıyor gibi geliyordu ona. Dedesinin küçükken anlattığı yaratıklardan.

"Acaba o yaşasaydı bana ne derdi," diye düşündü. Sonra kayalara dönüp haykırdı,

"Ölmeyeceğim!"

Gren geçitten çıktığında güneş tepeye çoktan varmıştı. Turunç kolları mavi gökyüzünü sarıyordu. Onunsa dayanacak hali kalmamıştı. Midesi bulanıyor, ağzı açılmıyordu. Gözlerini açık tutmak için ne kadar çabalasa da başarılı olamıyordu. Ayakları bir ileri, bir geri gediyor, ara sıra düşecek olsa hemen asasına dayanıyordu. Ve içinden tekrarlıyordu ;

"Ölmeyeceğim."

Yolun sonunda bir tepeye vardığında, gözleri bulanıyordu. Tepeye tırmanmaya çalıştı fakat daha bir iki adım atmıştı ki yere çöktü. Açtı, susuzdu. Yorgun ve uykusuzdu. Ya yola devam edip, kendini kurtaracak, ya da orada ölüm meleklerine ihtiyacı olmadan ölecekti.

"Yardım eden yok mu?" dedi zorla.

Cevap gelmedi. Uzandı, derin derin nefes almaya çabaladı. Soluğu kesiliyor, göğsü ağrıyordu. Tekrar ayağa kalktı ve yavaş yavaş tepeye çıkmaya devam etti. Elleri titriyor, bacakları tutmuyordu. Yere düştü, kalkmaya çalıştı...Tekrar düştü. Tekrar kalktı, tekrar düştü. Keşke bir büyüğü olsaydı yanında. Natrador olsaydı yanında.

O an asasını hatırladı. Onu kurtulmak için kullanabilirdi. Kendine yemek ve su yaratabilirdi.

"Evet," dedi ve asasını savurdu.

Ölüm MelekleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin