1. soonyoung k.

138 23 19
                                    

idolleri küçümseyen çocuk halim kafamın gerisinden bana dil çıkarıyorken adrese tekrar baktım. burada çok fazla ev yoktu ve harita köşeyi dönmemi söylüyordu. kafamdaki bereyi düzeltip maskemi iyice burnumun üstüne çektiğimde adımlarım beni çıkmaz bir sokağa getirmişlerdi. görünürde ışıkları yanmayan iki katlı bir evden başka bir şey yoktu burada. kimsenin yolunun düşmeyeceği bir yere ev yapmak kimin fikriydi cidden?

somurtmayı kesmeye çalıştım. lee jihoon isimli kişi bir şeyler isteyeceğim insanlar listemin sonunda bile değildi. daha önce tanışmış olsak da bu yıllar önceydi ve fikrimce birbirimizden hazzetmiyorduk. evet hiç konuşmamış olsak da.

günün sonunda, işte, buradaydım.

derin bir nefes alıp zile bastım. evde olması gerekiyordu fakat kapıyı açan yoktu. bu dönmek için iyi bir fırsat olsa da vazgeçmedim. evde kimsenin olmadığına emin oluncaya dek zile basmaya devam ettim.

'bugün kesinlikle evde olacak. yarın bana olumlu yanıtla gel!'

"lanet olsun!"

telefonumu çıkarıp seungcheol hyunga durumu açıkladığımda bir yere gitmememi söyledi. evde olduğuna nasıl bu kadar emindi...

bilmem-kaçıncı-oflayıştan sonra döndüm ve sırtımı kapıya yaslayıp beklemeye başladım. beş dakika geçmiş ya da geçmemişti, kilit sesini algılayıp kendimi çekene kadar kapı çoktan açılmış ve sırtım boşluğa düşmüştü. kendimi yerde bulmayı bekliyordum fakat usulca kafamı çevirdiğimde bir çift öfkeli gözle karşılaşmıştım.

çabucak toparlanıp geri çekildim. ne yani gerçekten evde miydi?

ağzımı açmama fırsat vermeden "neden buradasın?" diye sordu sert sesiyle. melek sesine sahip olduğunu söyleyen fanları bunu duysalar ne derler acaba diye düşünüp içten içe alay ettim.

neyse, iş zamanıydı.

"lütfen benimle çalış!" doksan derece eğildim.

kalpsiz herif yalnızca "kwon soonyoung evine dön." dedi.

doğrulmadım. daha kararlı bir tonda "lütfen benimle çalış!" diye tekrar ettim.

"senin gibi biriyle çalışmak istemiyorum."

bu lafı beni irkiltti. benim gibi biri mi?

yavaşça doğrulup suratına diktim bakışlarımı. ciddiydi. peki, ezilip büzülmeye gerek yoktu daha fazla.

maskemi indirip sırıttım. "haberler çabuk yayılıyor."

ifadesi gram değişmedi. kollarını bağdaştırmış dik dik suratıma bakıyordu. gerçekten kibirli piçin tekiydi.

alaylı tavrımla ben de bakışlarımı suratına diktim. "ne o, sana da bulaşır diye mi korkuyorsun?"

kaşlarını çatıp "ne saçmalıyorsun?" dediğinde güldüm.

"her erkeğe sulanıyor değilim." ifadesiz suratına bakmaya daha fazla katlanamıyordum. alayım ona asla işlemiyordu. öfkemi daha fazla içimde tutamadım ve "gerçekten piçin tekisin." diye tısladım. sonra gözlerimi devirip arkamı dönmüş ve geldiğimden daha hızlı bir şekilde ayrılmıştım oradan.

bir şeylerin ya da her şeyin değişmeye başladığı zamanlar işte tam bu zamanlardı. reddedilip üzerine küçümsendiğimi düşündüğüm o gün aslında ikimiz de bazı gerçeklerden bihaberdik.

ertesi gün seungcheol hyung beni şirkete çağırdığında bile öfkem geçmemişti. evden dışarı adım atmak dahi istemiyordum fakat bu lee jihoon'dan bir mesaj alana kadar sürdü.

hurry, scandals and couple of the year!Where stories live. Discover now