8. neyi kutluyoruz?

108 15 15
                                    

soonyoung k.

duş almak en iyi çözüm değildi ancak yapabileceğim başka hiçbir şey yoktu, kendimi yeniden bu dar kabinde zavallıca otuzbir çekiyorken bulmuştum. en azından artık vicdan muhasebesiyle uğraşmam gerekmiyordu. lee jihoon denen herif kendimi kaybettiğimde bir hayvana dönüştüğümü görmüştü. şu an burada ne yaptığımı da biliyor olmalıydı.

kabinden çıkıp köşeye fırlattığım şortu altıma geçirdim ve hiçbir şey olmamış gibi yeni giysiler almaya odasına gittim. neyse ki burada değildi. rahatça çalışmaya döndüğüne emindim.

"deli piç."

kirli şortla kurulanıp üzerime dolaptan bir şeyler geçirdikten sonra telefonumu ve defteri almak için stüdyoya gittim. gerçekten de kulaklıkları takmış çalışıyordu, bana tek bir bakış dahi atmadı.

vaktimi salondaki koltukta yatarak geçirdim. ne telefonla ne de şarkı sözleriyle uğraştım. bomboş yattım. garip bir şekilde beynim de boşalmıştı ve bir şeyler düşünemeyecek kadar mayışmış hissediyordum. sızdığımı ise tepemde dikilen choi seungcheol bana seslendiğinde anlamıştım.

"ne ara geldin?" gözlerimi ovuşturup doğruldum.

"öğlen uykusuna mı yattın? bu zamanda mı?"

jihoon gibi konuşmasına ağız büktüm. "neler çektiğimi bilmiyorsun o yüzden sus." etrafa göz attım. "ne zaman geldin?"

"az önce." kabanını çıkarıp koltuğun köşesine bıraktı. "jihoon stüdyoda mı?"

"sana kapıyı o açmadı mı?" ışınlanmış mıydı?

bana salakça bir şey soruyormuşum gibi baktı. "şifreyi girdim?"

ne yani şifreyi biliyor muydu? bu kadar yakın olduklarını hiç tahmin etmemiştim. hayır, asıl şaşırdığım jihoon'a rağmen ona bu kadar yakın olmasıydı. jihoon'un başkana evinin şifresini söyleyecek kadar güvenmesi inanılır gibi değildi.

"neden böyle görünüyorsun? kavga mı ettiniz?"

gözlerimi devirdim. sonra bir şey demeden su almak için mutfağa geçtim. hayal meyal sabah kahvaltı yaptığımızı hatırlıyordum. makinedeki kahveyi gördüğümde ise emin oldum. o kafayla buraya inip kahve demlemem inanılmazdı cidden. ne kadar iyi biri olduğumun farkında bile değildi herif.

su içtikten sonra kalan kahveyi fincanlardan birine doldurup salona geçtim. başkan koltuğa oturmuş karalamarla dolu olan sayfayı inceliyordu. garip bir içgüdüyle koşup defteri elinden çektim. "bitmedi." diye açıkladım ancak tuhaf bakışlar atmayı sürdürdü.

"gidip lee jihoon'la görüşmen gerekmiyor mu? stüdyoda. hadi git."

daha rahat bir oturuşa geçip güldü. "gerek yok. birazdan gelir."

"geldiğini biliyor mu?" karşısındaki tekli koltuğa oturdum. defteri kenara sıkıştırmaya çalışıyorken jihoon gerçekten de merdivenlerden iniyordu.

"görmüştür." diye geveleyip suratını düzeltti.

jihoon şaşkın görünmüyordu. daha çok tatsız bir ifadeyle "niye buradasın?" diye hesap sordu. sadece bana bok gibi davranmıyordu anladığım kadarıyla. başkanın buna aldırmayıp gülümsemeye devam ettiğini görünce tekrar jihoon'a baktım, üzerini değiştirmişti.

boğucu hava ortamdan kaçmak istememe sebep oluyordu.

"nasıl gidiyor bir bakmak istedim." beni işaret edip "kavga mı ettiniz?" diye sordu.

"sana demoyu gönderdim zaten. gelmene gerek yoktu." dikilmeyi kesip başkanı itekledi ve yanına oturdu.

başkan eğlenen bir ifadeye sahipti. konuşana kadar bunun sebebini anlamadım, "soonyoung'u tırnaklamışsın." dediğinde ise elim anında esneme gitti. aynı anda jihoon öldürücü bakışlarını suratıma dikti. "bir şey söylemedim!"

hurry, scandals and couple of the year!जहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें