4. mesafe işe yarayacak mı?

104 15 26
                                    

soonyoung k.

burada istenmediğimi çoktan biliyordum ama yine de en azından uyumam için bana bir yatak vereceğini düşünmüştüm. bunu dile getirdiğimde suratıma attığı o bilindik boş bakışları ise avucumu yalayacağımı söylüyordu. yani yapabileceğim hiçbir şey yoktu. onu suçlamam ya da herhangi bir nezaket beklentisi içinde olmam saçmaydı. lee jihoon muhtemelen başkanın ısrarı veya şirketin imajı —tabii bunu umursuyorsa— yüzünden bana yardım ediyordu. onu insan olarak görmeye çalışmak benim hatamdı. tam olarak böyle düşünüyordum. iyi hislerimi tersine döndürüp çöpe atma konusunda harikaydı ve bunun farkında bile değildi. başta farkında olduğunu düşünmüştüm.

stüdyoya yiyecek bir şey sokmanın kesinlikle ama kesinlikle yasak olduğunu söylediğinde açlıktan kazınan midemle tek başıma aşağı inmiştim. gizlice kaçıp markete gidebilir ya da düzgün bir yemek söyleyebilirdim ama beynim o kadar yorgundu ki bu inanılmaz bir şekilde bedenimi de etkiliyordu ve kendimi koca bir kaseye gevrek doldururken bulmuştum.

"yemeden içmeden çalışmak tam lee jihoon'luk..." yukarı çıkan merdivenlere ters bakışlar attım. bu işten iyi para alacaktı herhalde. normalde de böyle çalışıyor olamazdı.

buzdolabını açtığımda kendi durumumu düşünüyordum fakat sütleri görene kadar sürdü bu. soya, fındık, yulaf, badem... hindistan cevizi?

cidden mi?

lee jihoon'la birinci günümü deviriyorken işte o an artık onunla ilgili hiçbir şeyi sorgulamama kararı aldım. yine de bu kararımın sallantıya geldiği zamanlar olacak gibiydi. badem sütüyle ıslattığım gevrekten sadece birkaç kaşık alabildiğimde beynim artık çalışmayı sürdüremiyordu, gözlerimi açık tutmak zordu ve midem açlık sinyalleri yollamayı da kesmişti. kafamı tezgaha yaslayıp gözlerimi kapattım. rahatsız pozisyonlarda uyuduğum çok olmuştu, buna rağmen orada uyuyabileceğimi hiç düşünmemiştim. jihoon çabuk dönmemi ve çalışmaya devam edeceğimizi söylemişti ancak bedenim beynime ayak uyduramıyordu.

beni asıl şaşırtan günün ilk ışıklarında gözlerimi araladığımda üzerimde bir battaniye olmasıydı. tabure ve tezgah arasında ikiye katlı halde olmam bir yana, jihoon aşağı indiğinde beni azarlamak yerine üzerimi örtmeyi seçmişti.

doğrulup gerindim. kemiklerimden çıkan sesler katur kutur mutfakta yankılandılar. kısa süreli uykuyla bile dinlenmiş hissediyordum. şimdi gidip uyuyan jihoon'un tepesine çökebilir ve çalışmamız lazım diye onu rahatsız edebilirdim. küçük inceliklerden yüz bulup üste çıkmayı alışkanlık haline getirmiştim. yapabileceğim bir şey yoktu.

pislik yapmak üzere olduğumdaki sırıtış loş ışıklı salonda jihoon'u gördüğüm an düştü, korkuyla yerimden sıçradığımda ağzımdan bir 'siktir' kaçtı. bana yandan bir bakış atıp işine döndü ve "uyanmışsın." diye mırıldandı.

küfür etmeyi içimden sürdürdüm. sabahın köründe ne halt yiyordu gerçekten?

"neden odanda değilsin!" çatlayan sesime de biraz sövdüm.

"odam mı?" tuhaf bir şey söylemişim gibi suratıma baktı. o sıra çalışma masasına yaklaştığımdan yüzünün halini net bir şekilde görebildim. evet, fanları bunu görseler kesinlikle onun hakkındaki görüşleri değişirdi. bu adamın kendine gram saygısı yoktu.

nihayet bir odası olduğunu hatırladığında önündeki geniş pencereye döndürdü kafasını. sonra iç çekip "orayı sık kullanmıyorum." dedi.

"uyuyor musun ki?" diye tersledim ama bunu çok da yüksek sesle söylememiştim. beni duymamış ya da umursamamıştı. uğraştığı kağıtlardan birini bana doğru uzattığında tamamen masaya yaklaştım ve aldım. "bu ne?"

hurry, scandals and couple of the year!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin