10. düz insanlar da bükülebilirler

69 8 20
                                    

küçük çaplı boğulma krizinden sonra seungcheol'ü göndermek kolay değildi ancak işte, hava karardığında baş başa kalmışlardı. tuhaftır ki jihoon çalışmaları gerektiğiyle ilgili kafa ütülememiş ya da ona laf atmamıştı. soonyoung etrafı toparlıyorken üzerinden atamadığı uysallıkla -bunu hala yorgunluğa vuruyordu- kanepede bacaklarını kendine çekmiş oturuyordu.

"çöpü çıkarıp geleyim." diye seslendi soonyoung buna çok gerek varmış gibi. jihoon onun ortamdan kaçındığını hissetti. neden başkasının evindeki çöpü çıkaracaktı ki? ayrıca niye haber veriyordu? kaçacağını düşüneceği için mi?

jihoon belki de fazla didikliyordu. kapının kapanma sesini duyar duymaz makgeolli kutularına yöneldi ancak yoklardı. seungcheol onları köşeye koyarken göz ucuyla izlemişti, mutfağın girişinde sağ tarafta olmaları gerekiyordu! hayatta ona zevk veren nadir şeylerden biri bu içkilerdi ve başta isteksizmiş gibi davransa da manyak gibi mutlu olmuştu. mutluluğunu gösterememek onun suçu değildi.

kapı çaldığında hızlıca koştu ve açar açmaz "kutular nerede?" diye sordu ama aynı anda soonyoung da konuşmuştu: "neden şifreyi bilmiyorum?"

bir süre bomboş birbirlerine baktılar. aralarında esen soğuk rüzgarların tek sebebi havanın -2 derece olması değildi.

soonyoung sonunda omuz silkip "başkan onları yerleştirdi." diye mırıldandı. seungcheol hyung diye seslenmemişti ve biraz da bozuk görünüyordu. içeri geçmek için hafifçe jihoon'un omzuna dokundu. bu temelde çekilmesini işaret ediyordu ancak jihoon bir santim bile oynamadı. "dört tane dört." dedi soonyoung'a bakmadan.

bu garip diyaloğun üstü mutfağa geçtiklerinde ve soonyoung, seungcheol'ün dolaba kaldırdığı makgeolli şişelerini jihoon'a gösterdiğinde hiç yaşanmamış gibi örtülmüştü. hiç yaşanmamış gibi çünkü ikisi de artık bambaşka ifadelere sahiplerdi. soonyoung tek kaşını kaldırmış, sinir bozucu bir ifadeyle jihoon'un hafifçe yanlara kalkmış dudaklarına bakıyordu. iç geçirip "alkolik olduğunu bilmiyordum." diye sataştı ona. hala hızursuzdu ama bununla ilgili konuşmuyordu.

jihoon onu umursamadı. belki de kendi ifadesinin farkında olmadığındandı. hiçbir zaman gösteremediğini sandığı o mutluluk duygusu soonyoung'un etrafında yüzeye çıkmıştı, haberi yoktu. bundan sebep -mutlu olduğundan- şişelerden ikisini kaptı ve bar taburelerinden birine geçti. diğeri soonyoung içindi ama söylemedi. zaten düşündüğü gibi oldu: soonyoung izin bile almadan yanındaki tabureye yerleşti ve boştaki şişeyi kendi önüne çekti.

"kutlama fikrinden nefret ettiğini sanmıştım." sırıtarak söylediğinde ona yandan bir bakış attı.

jihoon gözlerini devirip birkaç yudum içti ve "her şeyi çarpıtıyorsun." diye geveledi.

"iftira!" açıkçası soonyoung makgeolli sevmezdi. ona berbat geçen ilk gençlik yıllarını hatırlatıyordu ama o an bunlar aklının kıyısından bile geçmediler. sonunda gündüz yaşananları aşıp birbirlerine karşı tekrar eskisi gibi olmaları onu rahatlatmıştı. diğer yanda jihoon'un bu içkiyi gerçekten de sevdiğini fark etti. şişeler birbiri ardına boşalıyorlardı ve çalışma konusunu hiç gündeme getirmemişti. neden seungcheol'ün iki kutu getirdiğini anlamıştı nihayetinde.

"başkanla çok yakın olmalısın." başını masaya uzattığı koluna yaslamış, jihoon'a bakıyordu. suratında aptal bir ifade vardı. "kayırılan tek sanatçının ben olduğumu sanıyordum." diye ekledi onu dürten ve huzursuz eden şeyin bu olduğunu sanarak.

jihoon onun neredeyse yamulmuş haline güldü. dürüstçe "beni kayırmak zorunda." dedi. "ama bunu ben istemedim. sadece öyle olması gerek."

başka bir zaman olsa soonyoung bunu deşerdi ancak ağzı tamamen içgüdülerinin ellerindeydi. "yakın olduğunuz için yani." uzaklara bakıp –jihoon'un arkasındaki buzdolabına– iç geçirdi. "kimseyle yakın olmadığını düşünmüştüm."

hurry, scandals and couple of the year!Where stories live. Discover now