3. ilk etkileşimler

109 15 22
                                    

'işte, yine buradayım...'

iç çekti soonyoung. bir yanı her şeyi bırakıp kaçmasını söylese de adımları onu lee jihoon'un evinin olduğu izbe sokağa getirmişlerdi. muhtemelen kaçma eylemi çok da soonyoung'luk bir şey değildi, kendini sürekli çabalarken buluyordu ve lee jihoon onu iliklerine kadar gerse de şu an yapabileceği tek şey onunla iyi geçinmekti. yani başka şansı yoktu.

zile bastığında geçenki gibi yarım saatini kapıda geçireceğini düşünmüştü ancak beş dakika bile geçmeden jihoon geldi.

tüm neşesini toplayıp "günaydın!" dedi jihoon'un ifadesiz suratına karşı. yeni uyanmış gibi görünüyordu. elindeki kahve torbasını yukarı kaldırıp gülümsedi soonyoung.

"içeri gel."

"bu kadar mutlu olma yorulursun." mırıldandı ama jihoon onu duymuştu. bunu yan bir bakış atarak belli etti. soonyoung gözlerini kaçırdı, o sıra evi inceliyordu. düşündüğü kadar –istemsizce düşünmüştü evet– büyük olmasa da küçük de sayılmazdı.

"attıklarıma baktın mı?" jihoon köşedeki çalışma masasına geçerken sordu. kahveye dokunmamıştı bile. açık defteri kapattı ve kalemleri bir kutuya tıktı. soonyoung'un yavaştan sinirleri bozulmaya başlıyordu ama sakinleşmeye çalıştı ve bunda bir sorun olmadığını hatırlattı kendine. insanlarla samimi olma hastalığını keseli çok oluyordu, evet, ancak bu durumda daha öncelikli bir sorun vardı: iletişim.

"biraz soluklanabilir miyim?" iç çekip kanepeye çöktü ve sehpadaki poşetten kahvenin birini aldı. bir yandan jihoon'u izliyordu, herif sanki eve kimse gelmemiş gibi kendi halinde takılmaya devam ediyordu. bu soonyoung'da onunla uğraşma isteği oluşturmuştu. üstüne giderse birkaç laf alışverişinde bulunabilirlerdi herhalde?

tek kaşını havaya kaldırdı. "benimle yaşamak sorun olmayacak mı?" 

jihoon ona bir bakış bile atmadı. "kim seninle yaşayacak? çalışmaya geldin."

"neticede birkaç gün birlikte takılacağız. o yüzden bazı şeyleri açıklığa kavuşturalım—"

bıçak gibi keskin bakışlar suratını bulduğunda konuşmayı kesmişti soonyoung.

"işbirliği yaptığın her insanla samimi olmana gerek yok."

"ya!" içtiği kahveden mi bilmiyordu, bu cesaret nereden geliyordu hiçbir fikri yoktu ancak birden sesini yükseltmesine kendisi de şaşırmıştı. anlık yerinden zıplayan jihoon'u bile birkaç saniye sonra fark etmişti, gülmemek için yanağının içini dişliyordu. neyse, sonunda bir ifade görebilmişti en azından. biraz buna güvendi.

"iletişim diye bir şey var, biliyor musun? seninle konuşamıyorum bile nasıl samimi olayım?"

başta bocalayan jihoon bu lafları duyduktan sonra kendini toparladı. "şimdi fark ediyorum da, neden saygı ekleri kullanmıyorsun?"

soonyoung tekrar bağıracaktı, kendini tutup gülümsedi. "attığınız dosyaları inceledim jihoon-ssi." aynı zamanda duruşunu da düzeltmişti. tüm yapaylığıyla masaya dayanmış onu izleyen jihoon'daydı bakışları. çatılan kaşlarını hemen görebildi. bir süre sonra jihoon sadece iç çekti ve "beni takip et, stüdyoya geçelim." dedi.

"sen neden saygı ekleri kullanmıyorsun?" peşinden yürüyorken sordu.

jihoon durup ona döndü. "kes şunu." soonyoung'un sırıttığını görmek daha da sinirlerini bozmuş gibiydi. ne yani, çıkan skandal onu hiç etkilememiş miydi cidden? bu hareketler neydi anlayamıyordu jihoon. hayatının hiçbir döneminde bunun yarısı kadar bile rahat değildi. çeyreği, hatta yüzde onu kadar bile rahat olsa her şeyin ne kadar da kolay olabileceğini düşününce daha da sinirlendi.

hurry, scandals and couple of the year!Where stories live. Discover now