III. || kırılgan, turuncu sonbahar yaprağı

2.6K 274 266
                                    

BT21 koğuşunda kahkahalar havada uçuşuyordu; altı kişi büyük masanın etrafında yemek yerken ettikleri gülünç sohbetle beraber kahkahalarını birer birer özgürleştiriyorladı. Sanki dört duvar arasında değillermiş gibi, sanki hayatları ufak bir hatayla mahvolmamış gibilerdi. Bulundukları yer bir hapishanenin koğuşu değil, bir arkadaşlarının eviydi sanki.

Yeni gelen Park Jimin ise hijyenden uzak banyodaydı; su ve deterjan çarşafları, gözyaşlarıysa yüzünü yıkıyordu bu akşam vaktinde. Kaç saat olmuştu geleli bu tabuta? Üç? Dört? Bilmiyordu. Zaman kavramını yitirmiş gibiydi.

"Hepsi senin hatan." diye söylendi krem rengi çarşafı çitilerken. Oturduğu tabureden büyük leğene eğilmiş, hafif kamburlaşmıştı. Büyük leğenin iki yanına koyduğu ayakları da ıslanmıştı.

Aciz hissediyordu.

Banyonun kapısı açıldı ve içeriye Jungkook girdi. Onu görünce hızla gözyaşlarını silmeye çalıştı ama nafileydi, küçük olan çoktan görmüştü yanaklarında parlayan gözyaşlarını. Ayağındaki terlikleri sürüyerek pisuvarın önüne gitti ve mesanesini boşalttı.

Duyduğu idrar sesi Jimin'in daha çok ağlamasına sebep olmuştu. Jungkook üstünü toparladıktan sonra ilerleyip leğenin önünde durdu ve çömelip Jimin ile aynı hizaya geldi.

"İstersen sana kendi çarşaflarımdan verebilirim hyung? Bunu illa bu gün yapmana gerek yok."

Jimin ıslak ve köpüklü ellerini leğenden çıkartıp koluyla yüzündeki gözyaşlarını sildi. Islanmış olan çorapları sinirini bozuyordu, bu da ağlamasına başka bir sebep daha katıyordu. Derin bir nefes alıp başını geriye attı ve ciğerlerine leş tuvalet kokusunu çekti.

"Kıyafetlerim... Onları ne zaman verecekler?"

Jungkook başını öne eğip gülümsedi. Gülümsedi çünkü buraya ilk geldiği günü hatırlatıyordu karşısındaki akmış turuncu saçlı adam.

"Önümüzdeki hafta içi verirler ama sorun etme, bizimkilerden giyersin. Haydi gel yemek ye, birazdan bulaşıkları yıkayıp teslim edeceğiz boşları."

Jimin başını salladı ve ayaklanıp Jungkook'un arkasından banyodan çıktı. Havanın kararmış olduğunu fark ettiğinde yine gözleri doldu. İlerleyip diğerlerinin yanında, kendisi için boş bıraktıkları sandalyeye bıraktı kendini. Mutsuzdu, öyle ki yüzünden akıyordu adete mutsuzluk.

SeokJin diğerleri sohbet ederken yanına oturan yeni geleni omzuyla dürttü.

"Ne yemek istersin?"

Jimin halsiz bir şekilde masayı süzdü. Yemek isteyebileceği her hangi bir yemek yoktu ortada. Omuz silkti.

"Fark etmez."

SeokJin Bulgogi tabağını Jimin'in önüne çekti ve ortada duran temiz çubukları uzanıp aldı.

"Şanslı günündesin, her zaman böyle zengin bir menü vermezler."

Jimin belli belirsiz gülümseyip, SeokJin'in uzattığı çubukları aldı. Nefret ediyordu yaşadığı hayattan, bulunduğu mekandan, verdiği kararlardan ve en çok da kendinden. Değer miydi diye düşündü, gururu uğruna işlediği suça değer miydi?

Burada geçirdiği zaman henüz 24 saate tamamlanmamıştı bile ama şimdiden özgürlüğün değerini anlamaya başlamıştı. Bunaldığında çıkabileceği bir balkon, sıkıldığında ilgilenebileceği bir telefonu yoktu. Aslına bakılırsa burada kendinden başka hiçbir şey yoktu dışarıya ait. Gökyüzü bile sınırlıydı. Ne komik, oysa özgürken kaç kere kafasını kaldırıp bakmıştı ki gökyüzüne?

IDYLLIC pt. 1  || vmin Where stories live. Discover now