2-Cİ BÖLÜM. SESSİZ İNTİHAR

101 6 0
                                    

Selamlar nasılsınız? Her zaman iyi olun ve gülümseyin. Hayata ne kadar güçlü olduğunuzu gösterin. Küçük duyuru yapmak istiyorum. Sizden sadece rica ediyorum, kitabı okuyup geçmeyin. Yorum yazmak ve vote bırakmak hikaye yazmaktan daha kolay. Lütfen emeğime karşı saygılı olun. Ve vurgulamalıyım ki, ben Türkiyeli değilim, sadece dilinizi seviyorum və sanata değer verdiğinizi görüyorum, o yüzden. Eğer yazım hatam olursa, rahatlıkla gözüme soka bilirsiniz. Son olarak sevineceğiniz bir haberi vermek istiyorum ki, 15 Kasımda Annie Walker'in doğum günü için o gün bölüm gelicek. Bu da o demek oluyor ki, bu hafta iki bölüm gelecek. Sizi seviyorum. İyi okumalar.

                            ~~~

Gözlerimi açtığımda bedenimin yandığını hiss ettim. Kalkmak için başımı kaldırdım. Koltukta oturur vaziyyette gözlerimi ağır ağır etrafta gezdirdim. Gecenin karanlığı üstümü örtmüştü, hatta bütün odayı örtmüştü. Birden kapı açıldı. Yalnızca bakışlarımı kapıya çevirdim. Karanlığa bürünmüş bu heybetli bedeni gördüğümde, açıkcası, biraz korkmuştum. Adam bana doğru yaklaşıp, çenemi parmakları arasına aldı. Elimi çenemi tutan eline getirib, çenemi serbest bırakması için ittim. "Sende kimsin? Neden beni bayıltıp buraya getirdin?" Cevap vermedi. Bu sefer kolumdan tutub, beni kaldırdı. Direnmeye çalışıyordum. Resmen beni sürüklüyordu. Diğer elimle onu öyle ittim ki, kendim yere düşücektim. Son anda yarı yolda bileğimden yakalayıb beni tuttu. Öylece kaldık. Ben karanlıkta onun yüzünü ayırt etmeye çalışıyordum. Kendisi galiba beni görmüştü. Boğazıma gelen acıyla  anladım ki, artık kusucam. Elimle ağzımı tutub dik durdum. Galiba kusucağımı anlamıştı. Bu sefer kolumdan tutub beni götürmesine izin verdim. Beni dışarı çıkarıb, çöpün önüne getirdiği an durmadım ve içimdekileri dökmeye başladım. Boş çöp kutusuna on dakika ara ara kustum. Rahatlayacağımı sanmıştım. Boğazım yanıyordu. Canım şimdi daha çok acıyordu. Bütün bedenim titredi. Başım dönüyordu. Kalbim öyle atıyordu ki, kendim bile sesini duyuyordum. Yanımdakı adam ise sessizce beni izliyordu. Bana hiç olmazsa, su vereceğini sanmıştım. Gözlerimi sertçe açıb kapattım. Gözlerim kararıyordu, dengemi yavaş yavaş kaybediyordum. Su istiyordum, amma istemeyecektim. Çünki bu adamda da diğerleri gibi düşüncesizdi. Acaba ailem nasıldı? "Ailem iyi mi?" Sonunda konuşmak için güç bulmuştum. "Peki sen iyi misin?" Tok sesi babamdan farksızdı. Neden bu soruyu sormuştu ki?  Şaşırmadım. "Annie her zaman iyidir!" Bana her zaman bu soru sorulduğunda böyle cevap verirdim. "Sana birden çok soru sordum ve sen yalnızca bunu mu sordun?" Sesim titredi. Kortuğum için değil, sadece halden düştüğüm için... Elimi başıma getirib, ovaladım. Birden ayaklarımın yerden kesildiğini hiss ettiğimde yüzümü çevirip ona baktım. Beni kucağına hiç zorluk çekmeden almıştı. Düzeldiğimde bunun hesabını soracaktım. Ben o korkak kızlardan değildim. Babamdan korktuğum için değil, ondan sevgi denen şeyi görmek için ona baş eymiştim. Aslında, ona öyle demezler. Çünki ben kimseye asla baş eymezdim. Sadece Tanrıya başımı, hatta bütün bedenimi çökdürürdüm. Direnmek için artık gücüm kalmamıştı. Sadece yapa bileceğim tek şey bütün olanları geçmişte bırakmak adına gözlerimi kapatıp uyumak. Gözlerim ağır ağır kapandı.

       
                         ~~~

Gözlerimi açtığımda sabahı başımın ağrısıyla karşıladım. Boğazım kurumuştu. Nerdeydim acaba? En son adamın kucağında bayıldığımı hatırlıyorum. Beni kaçırmıştı. Kurtulmalıydım. Kalkıp odanın kapısını açıb koridora göz attım. Sessiz olmak için büyük ayak parmağımın ucuyla yavaşca aşağıya indim. Giriş-çıkış kapısını gördüğümde sevinmiştim. Hızla kapının kolunu kavrayıb, kapıyı açtım. Salaklar kilitlememişler. Tam adım atıyordum ki, "nereye böyle" diye bir ses duydum. Arkamı dönüp sesin sahibine baktım. İricüsseli ve aynı zamanda heybetli bedenin sahibi bu yakışık temalı, et ve kas yığını adammış... Pek te yakışıklıymış. "Nereye olucak, evime... Misafir ziyaretinin kısası makbuldur. Gerçi ben ne zaman misafirliğe geldiğimi hatırlamıyorum." Özgüvenli çıkan sesim onu kızdırmıştı galiba. Tam dışarıya adım atıyordum ki, kolumu tutub, beni geri çekti ve kapını kilitledi. "Ne yaptığını zannerdiyorsun" diye çıkıştım. Bana doğru yaklaştığında kolumdan tutup sırtımın duvara yaslanmasını sağladı. "Çox soru soruyorsun, ayarlarının tamire ihtiyacı var. Yakında hepsini düzelticem." Bir kaşımı havaya kaldırdım. "Babam seni bulursa, sana ne yapacağını tahmin bile edemiyorum" dedim özgüvenle. Hissiz ifadesini canayakın olmayan bir gülüşle deyişti. Başını yüzüme eydi. Bundan tiksindiğim için ellerimi göğüsüne getirib, ittim. O mu güçlüydü, yoksa ben mi güçsüzdüm? Bir işe yaramadı. "Tamam uzak dur benden. Babam geldiğinde görürsün..." Yüzüme doğru nefes verdiğinde nefesi yüzümde rüzgar gibi esdi. "Bir gündür çok koruduğun baban gelmeyecek. Şimdi git odana ve sakın bir halt falan karıştırma!" Sonunda geri çekilmişti. Ona yandan bakış attım. "İnsan bir su verir" dediğimde bana doğru bir adım attı. "Sana odana gitmeni söyledim. Nokta. Şimdi siktir git."Sinirle onu süzüp yukarıya çıktım. Salak. Yatakta oturdum. Bu adamda kimdi? Kimlerdendi? Adı neydi? Ben onun neyine gerektim? Offf, kafam karıştı. İlave olarak ta çok terbiyesizmiş ve gentilmen değilmiş. Neyse, tek çare babamı beklemekti. O gelicek ve beni kurtarıcaktı...Yani, en azından ümit ediyordum. Acaba onun dediği gibi gelmiyicek mi? Hayır Annie, sadece manipüle, inanma! Su içmek için gitmiştim, yapmadığını bırakmadı. Acıkmıştım. Niye yemek ve su veren yok? Acaba beni aç ve susuzluktan mı öldüreceklerdi? Nasıl öldürüyorsanız öldürün, amma beni yemeksiz bırakmayın, lan. Telefonumu aradım. Yatağın yan tarafındaydı. Alıp açıcaktım ki, şarjı bitmişti. Sinirle telefonu yatağa attım. Yatakta oturub kafamı kaşıdım. Yukarıdakı saate baktım. İlaç saatim gelmişti, ancak ilaçlarım ve süni teneffüs aleti evde kalmıştı. Hepsinin saniyesini bile kaçırmamalıydım. Hayatım söz konusuydu. Açana aşağıya insem mi?Cesaret kırıntılarımı kalbime toplayıb yine odanın kapısını açıb, önce koridora baktım. Sonra sakince aşağıya indim. Galiba şu taraf salondu. Geldiğimde, göz hizama babam girince, sevinmiştim. "Baba" diye sevinçle kollarımı açıb ona doğru koştum. Eliyle bana dur emri verdiğinde, durdum. Yüzüm asıldı. Kollarımı yanıma topladım. Bu an aşağıya inen ayak sesleri duydum. Adını bilmediğim adam elinde büyük bir çantayla geliyordu. Yanımıza gelib, çantayı babama uzattı. "Tam 250 milyar dolar. Şimdilik hesabı donmuş bil, çünki bu iş burda bitmeyecek!.. Yaşattıklarını yaşamadan gitmek yok!" Ne hesabıydı acaba? Babamla ne alıb-veremediği vardı ki? Son cümlesinde ne demek istedi? Babam çantayı alıb, bana arkasını dönüb, kapıya doğru gittiğinde küçük bir kız çocuğunun ses tonuyla "baba, çantayı aldın, ben burda kaldım" dedim. Sesimde ufak da olsa, ümit bulmaya çalıştım. Yüzüme bakmıyordu. Merakıma yenik düşüp, yanına gidip, çantayı elinden aldım. Almak için zorlamadı kendini. Açtığımda içi para doluydu. Devlet kasasından mı çalınmıştı? Ne kadar da çoktu. Galiba olayı artık anlamaya başlamıştım. Burda kadın alış-verişi yapılıyormuş. Gözlerim doldu. "Varlığımın sana ne zararı vardı, hayvan herif. Senin beni sevip, takdir etmek için etmediğim bok kalmadı, sen de beni 250 milyar dolara mı satıyorsun" paranın birazını alıp yüzüne çarptım. "Bu kadar mı değersizim, Daniel Marshall?" Bağırıyordum. "Şerefsizliğinizin en dibine vurdunuz. Siz erkekler aynı boksunuz zaten. Siktir git, yıkıl karşımdan. Bundan sonra her şey farklı olacak, Daniel Marshall... Ben sadece senin kanını taşıyan, senin hiç bir şeyin olan bir kadınım artık." Bağırışlarım evde yankılanıyor, sesimi duvarlar yutuyordu. Yüzünü bana çevirip bana öyle baktı ki... Bu seni mahvedicem, öldürücem bakışlarıydı.

Phoenix'in (Feniks'in) KuklasıWhere stories live. Discover now