4-CÜ BÖLÜM. BEN ANNİE WALKER. BEN DEVON PHOENİX ADAMS...

69 6 0
                                    

Selamlar canlar nasılsınız? Her zaman iyi olmak dileğiyle. Güçlü olun ve hayata tutunmaya çalışın. Kendinizi sevin ve önemseyin! Her kes gidecek, yalnız kendinize kalacaksınız. Buna göre insanaları iyi seçin. Kimleri hayatınıza aldığınıza dikkat edin. Sizi seviyorum. Desteklerinizi esirgemeyi unutmayın! İyi okumalar 💜

                           ~~~

İkisine de ökfkeyle bakıyordum. "Bütün hayatımı burnumdan getirdiniz. "Bu yanınıza kar kalacak" sanıyorsanız, Annie Walker hala ısınıyor. Vakit geldiğinde, hiç birinize acımayacağım." İçimdeki volkan acımadan patlıyordu. Canım acıyordu. Acımayacaktım. Bağırdım. "Sizden nefret ediyorum." Babam olacak adi herife baktım. "Senden nefret ediyorum. Bu acımasızlığı yapmayacaktın!" Ellerimle saçlarımı avuçladım. "Benim bu büyük krizi geçireceğimi bile bile yaptın! Sen nasıl bir babasın? Sana hiç acımayacağım. Anladım mı, lan?" Bağırışlarım sadece boğazımı yırtmaktan başka bir sonuç vermiyordu. Saçlarımı acımasızca yoluyordum. Feryatlarım içimin yerini göğünü sallıyordu. "Bir kadının ahını almak neymiş göstericem size..." Derin nefes alıyordum. O kadar bağırmıştım ki. Boğazımın acısını bütün bir beden ve ruhla hissediyordum. Başım dönüyordu. Hava kararmıştı. Bedenim soğuğa rağmen yanıyordu. "Gidiyorum, ama bitti diye düşünme! Daha yeni başlıyoruz." Bunları söyleyen adam, gerçekten benim babam mıydı? "Git" dedi ona doğru adımlayan Devon Phoenix. Bir birilerine attığı acımasız bakışların ardından, Daniel Marshall arkasını dönüp, çabucak gözden kayboldu. Havanın soğukluğu, artık yanan bedenimin titremesine sebep oldu. Üstümde sadece iç çamaşırımın bile göründüğü kadar yırtık bir elbise vardı. Başka bir zaman olsa, utanırdım, ancak ben bunu iyilik için etmiştim. Vicdanım rahattı. Sendelediğim an, yere düşecektim ki, Devon Phoenix belimden tuttu. Beni arabaya doğru götürdüğünde, "bırak beni" dedim acı bir sesle. Üşüyordum ve canım yanıyordu. Takatim yoktu. Ayakta bile zor duruyordum. Devon Phoenix durup, bir elini önce belime, sonra bacaklarıma geçirip beni kucağına aldı. "Bırak beni" dedim acı bir sesle. Beni dinlemedi. Kendime gelmeye ihtiyacım vardı. Gözlerimi kapatmak istiyordum. Ancak olacaklar için her an tetikte olmalıydım. Bacaklarımı tutan eli kalçalarıma geldiğinde kıpırdadım. Bu kıpırdayışlarla, elbisemin yukarı kalkmasına neden olduğu için durdum. Arabaya yaklaştığımızda, hemen bir adam gelip, ön kapıyı açtı. Adam yüzünü başka tarafa çevirmiş, bize bakmıyordu. İyi düşünmüş. Devon Phoenix beni arabaya oturtup, kemerimi bağladığında yüzü yüzüme yaklaşıcağı için başımı sola eydim. Arabanın kapısını kapatıp, sürücü koltuğunda geçti. Gözlerim kapanmaya çalışıyordu. Tanrı insanı hakikaten de, nasıl da mükemmel yaratmış. Vücuduna, ruhuna zarar geldiği an, beyin seni fiziksel koruma altına alıyor. Uyumalı mıydım? Hayır Annie, sakın! Uyuma! En iyisi yolu seyretmek. Karanlık ve ürkütücü yolu seyrettiğimde, arabanın bir anda durmasıyla, yanımdaki adama baktım. "Niye durduk" dedim. Bu an benim olduğum tarafın penceresinin tıklatılmasıyla, pencereni açtım. Bir erkek çocuktu. On altılı yaşlarındaydı galiba. "Abi merhaba, bu güzel abla için bu paket çiçeği alırmısın? Son paket zaten... Annem hasta. Onun için çalışıyorum." Çoçuğa
acıyla bakıyordum. Çocuklar ne kadar da masum ve düşünceliler. Ama büyüklerin çoğu onların geleceğini mahvediyordu. Sonra yüzümü Devon Phoenix'e çevirdim. Sinirli bir ifadesi vardı. "Git başka birisini bul, bu kadına bırak bir paket, bir tane gül tohumu bile deymez." Sözleri canımı yaktı. Ama unutmaya çalıştım. Deneyecektim. Bir Akrep nasıl unutur ki? "Abi ne olur, bak nasıl da güzel bir abla, yüzümden nur dökülüyor." Canım benim nasıl da güzel konuşurmuş.
"Sana..." Devon Phoenix bağıracaktı ki, sözünü kestim. "Bu çiçekler ne kadar canım?" Yüzüme şaşkınlıkla baktı. "Elli...elli yedi dolar." Başımı salladım. Ellerimi kulaklarıma getirdim. Kulaklarımdaki küpeleri çıkarıp, ona uzattım. "Bunun fiyatı üç yüz bin dolardı. Doğum günü hediyesiydi. Annenin tedavisi için yeter bence." Öyle bir gülümsedi ki... Bir ömre bedeldi, o gülüş. Asla unutmayacaktım. Gözlerim hemen doluverdi. "Ama abla, hediye verilmez ki" dedi. Doğru, hediye başkasına verilmezdi. Ama o hediyenin gözünde bir değeri yoksa, o başka... "Boşver, zaten önemi yok, benim nazarımda. Sen al, o gülleri de annene ver, tamam mı?" Küpelerimi ona verdiğim an, çiçek paketini hemen ellerime tutuşturdu. "Ben zaten anneme her gün veriyorum, teşekkür ederim abla." Başımı salladım. "Önemli değil" dedim gülerek. "Şimdi git annenin yanına, ona iyi bak ve kıymetini bil!" Başını salladı, tam gidecekti ki, yüzünü bana çevirdi. "Abla, adını sora bilir miyim?" Gülümseyerek, başımı salladım. "Adım Annie" dediğimde, şaşkınlıkla bana baktı. "Annie Walker mı" dediğinde şaşırdım. Gözlerini yanımdaki adama çevirdi. Ona korkarak baktı. "Sen beni nerden tanıyorsun" dediğimde yutkunarak, gözlerini kırpıştırdı. "Abla, ben gideyim, sizi yolunuzdan ettim, özür dilerim" dediğinde ellerini tuttum. "Önemli değil, şimdi çabucak annenin yanına git, tamam mı?" Başını sevinçle salladı. "Sen çok güçlü ve iyisin" diyerek arkasını dönüp, gitti. Arkasından şaşkınlıkla ona baktım. Acaba beni nerden tanıyordu ki? Çiçeklere baktım. Ne kadar da, güzeller. Kırmızı kırmızı. Kırmızıyı pek sevmezdim, ancak güle ve kadın dudağına yakışan en güzel renkti. Çiçekleri okşuyor, kokularını içime delicesine çekiyordum. Harika ve taze kokuyordular. Kulağımda duran ağır küpelerden kat kat daha iyiler. Zaten önemsiz ve değersizdiler. Ve cehennemin kapıları bizim için açıldığında, Devon Phoenix arabayı evin avlusuna sürdü. Arabayı durdurup, indiğinde bende arabadan inip çıplak ayaklarla sendeleye sendeleye gidiyordum. Devon Phoenix'in adamaları beni gördükleri an başlarını aşağı eydiler. "Selam" dedim az önceki olanları unutup, pozitiv enerji ve yüksek sesle. Aniden belime ve bacaklarıma geçirilen ellerle irkildim. "Selam" dedi tok ve sakin sesle. Çiçekleri sıkıca tuttum. "Sana söyleyen olmadı" diyip çiçekleri okşadım. "Galiba kendine geldin" dediğinde eli kalçalarıma deymişti. Gıdıklandım. Bunu yapmamalıydı. Beni diğer kadınlar gibi sanıyordu. Ama ben onların tam tersiydim. Kapıyı çaldığında, hizmetçi hemen açtı. Şaşkınlıkla bize bakıyordu. Elbiseme baktığında gözleri faltaşı gibi açıldı. Ona bir açıklama vermek kimin umrunda ki?.. Devon Phoenix beni yukarı kata çıkarıp, yatağıma getirip, uzandırdı. Çıkacağını sanmıştım, ama beklemediğim bir şey yaptı. Odanın kapısını kilitledi. Kilitlenme sesi beynimde yankılandı. "Sana şimdi ceza kesmezsem, kuduracaksın" dediğinde şaşkınlıklar içerisinde ona baktım. Bakışlarımı hemen hissiz bir ifadeyle deyiştim. "Ne diyorsun sen? Çık git üzerimi deyişicem" dediğimde bana yaklaştı. Canayakın olmayan bir şekilde güldü. "Sana zaten bu kıyafetle ceza kesicem" dediğinde kaşımın biri havaya kalktı. Olacaklardan haberi yoktu. Tam yatağın önüne geldiğinde ceketini çıkarıp, rasgele fırlattı. Bense, sakince onu izliyordum. Şimdiyse, gömleğinin düymelerini araladı. Yaptığı hareketlere dikkatlice bakıp, sonra ona baktığımda, zaten bana bakıyordu. Gömleğini çıkarıp, onu da yere fırlattı. Bedeninin üst kısmını çıplak bırakıp, yatakta oturur pozisyonuna geldi. Bana dikkatle bakıyordu. Ne tepkiler vereceğimi merak ediyordu. Onu meraklar içerisinde bırakacağım. Bana yaklaştığında, yüzümü ona yaklaştırdım. Şaşkınlıkla bana baktı. "Ama bu ceza değil, ödül" dedim bir psikopat edasıyla. Şaşırmıştı. "Sen... Sen korkmadın. Ama ben seni babanım tanıdığı kadar tanıyorum... Sen kimsin" dedi zorlukla. Zafer bayrağı benim ellerimdeydi. Sırıttım. "Ben Annie Walker. Temas bağımlısı, cesur bir kadın. Burunlarımız arasında nefes kadar mesafe bırakarak, yüzümü ona yaklaştırdım. "Bu arada beni babamın tanıdığı kadar tanıyorsan, beni hala tanımıyorsun demek ki" dedim gülerek. Yüzümü ondan çektim."Şimdi, sevişmek istiyorsan, sen bilirsin. Ben her zaman müsaitim" dedimde kızgın bir ifadeyle bana baktı. Zafer bayrağını dalgalandırıyordum. "Temas bağımlısı olman iyi oldu. Şimdilik tadım kaçtı, başka bir zaman olur, o zaman." Bu benle kafa mı tutuyor? Galiba bilerekten yapıyordu. Yüzündeki ifadeden dolayı gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Arkasını dönüp gittiğinde, ceketini ve gömleğini alıp "bunları unuttunuz, beyefendi, koklayıp, size aşık olmadan, alın bunları" dediğimde sırıttı. "Kim bilir ki, hayatta neler olur" diyip gitti. Ne demekti şimdi bu? Şaka bir yana, ellerimdekileri gerçekten koklamaya başladım. Pahalı parfüm kokusuydu. Güzel kokuyordular. Sonra ikisini de yere fırlatıp, üstümü deyişmeden, odanın kapısını açıp, aşağı indim. Devon Phoenix yine içiyordu. Onu umursamadan, mutfağa girdiğimde, hizmetçi telefonla konuşuyordu. Beni gördüğünde hemen konuştuğu kişiyle aramasını sonlandırdı. "Buyurun Annie hanım, bir şey mi istediniz?" Başımı salladım. "Bu gülleri suya koyup, içine on on beş şeker koyar mısın" dediğimde başını salladı ve çiçekeleri aldı. Bende arkamı dönüp, mutfaktan çıktım. Hemen bir yere bakmadan, bir kaza, zede olmadan gidecektim ki, biri kolumdan tuttu. Kendine çektiğinde sırtım göğüsüne deydi. Konuşacaktım ki, eliyle ağzımı kapattı. Hizmetçiyi çağırdığında, topuklu ayakkabı seslerini duydum. "Mr. Adams..." dediğinde, kıpırdamaya çalışmıştım ki, Devon Phoenix diğer eliyle karnımdan tutup, beni bir kukla gibi kontrol altında aldı. "Gidebilirsin, bu günlük bu kadar" dedi. Topuklu ayakkabı seslerinin yavaş yavaş uzaklaştı. Adamın nefesini kulağımda hissetim. "Yaptıklarını görmezden geliyorum sanma, hepsinin hıncını gereken şekilde alıcam"erkeksi fısıltısı kulaklarıma doldu. Dudaklarını kulağıma sürtdü. Yumuşak ve dolgundular. Bu gıdıklanmama neden olmuştu. Hafifçe ve yavaşca yapıyordu. Ben hiçbir tepki vermiyordum. İtiraf etmeliyim ki, bu adam romantikadan anlıyordu. Ben bu adamı yola getirecektim. Yanılmayan hisslerime güveniyordum. Bu adamda gizli saklanılmış enerji hissediyordum. Evet vardı. Galiba gösteremiyor. Onuda yaparız. Ben bu zaman kadar yaparız dediğin hangi şeyi yapmamıştım ki? Tabi ki de, hiç bir şey. Ağzımı neden kapatmıştı ki? Galiba konuşmamı istemiyordu. Karnımdaki elini haraket ettiriyor, parmakları üst bedenimin her bir noktasında yolculuğa çıkıyordu. Gıdıklandığım için kıpırdıyordum. Hatta ona sürtünüyordum. Galiba, bu haraketim hoşuna gitmişti. Parmaklarını gezdirmekte devam ediyordu. Elbisem yukarı kalkmıştı. Aşağı düşürmek için aşağıdan yukarı sürtündüğümde, sertliğini açık popomdan hissetmiştim. İçimde volkan patladı. Üstümdeki adam kaskatı kesilmişti. Başımı yukarıya kaldırıp, yüzüne baktığımda dudakları aralı bir şekilde bana bakıyordu. Beni serbest bırakıp geri çekildi. Yırtık elbiseme baktı. "Ben buna ne kadar verdim, senin haberin var mı" dediğinde, sesi yüksek tonda çıkmıştı. Ne alaka? Neden bu adam böyle değişiyor ki? Sorduğu soru beni kızdırmıştı. "Çocuk bitkin durumdaydı, beleğinden çıkarmıştı şerefsiz, üşütmüştü. Daha ne canı var ki onun? Kendi boklarınıza onları da alet ediyorsunuz" dediğimde bana yaklaştı. "Yapanın adına konuş, ben bu zamana kadar hiçbir işime çocukları alet etmedim" dedi. Suçu bana yıkmaya çalışıyordu. Ama ezilmeyecektim. "Vaktinde beni dinleseydin, bunlar olmazdı. Bu arada, eğer elbisenin parasını istiyorsan, hiç problem değil, sen beni bırak gideyim, gereken parayı öderim. Yeter ki, hayatımdan siktir" dediğimde yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Hayatına girmek için her kesi siktir ettim. Yanlız ikimiziz. Ve sen bu kadar inatçı olma bence, yoksa seni temas bağımlısı olmana bile  pişman ederim" dediğinde alaylı bir şekilde güldüm. "Nasıl" dedim sadece. "Uzatmak mı istiyorsun" dedi. Bakışları dudaklarıma indi. Diliyle dudakalarını ıslattı. Başka bir zaman olsa, hayır demezdim, ancak uygun değildim, şuan. "Sen kendi kendine delir, ben gidiyorum." Bir adım atmıştım ki, kolumdan tutup beni kendine çekti. "Zaafın çocuklar mı" dediğinde öfkeyle ona baktım. "O kelime senin pis ağzına yakışmıyor" dediğimde elleriyle belimi kavrayıp, beni kendine bastırdı. İnledim. "Sana bir soru sordum" diyip başını bana doğru eydi. Burnu burnuma sürtündü. Yutkundum. "Ne yapıcaksın, beni çocuklarla mı mahvediceksin?" Bu sefer elleri kalçama indi. Sıktı. "Soruma adam gibi cevap istiyorum" dedi. Canım acıdığı için başımı salladım. "Evet, tamam kızma, anladık, öfkelisin" dediğimde kalçalarımı bıraktı. Kalçalarıma baktım. Hemen de morarmıştılar. "Ne sanıyorsun, sizin gibi değilim ben. Çocukları çok severim. Onlara bir şey olursa, hemen krize giriyorum. Bu yüzden haberleri izlemiyorum. İsrail-Filistin savaşında olanları öyrendiğimde, bir gün boyunca ağlamıştım. Tabi her gün en az iki saat ağlardım. 'Keşke bir şeyler yapa bilsem', diye kendimi suçluyorum. Bu acımasız katliamı durdura bilseydim. Keşke bütün çocukların hepsini kurtara bilseydim. Onları alıp gizleseydim. Büyükler istedikleri kadar bir birilerini yoketsinler. Neden büyükler kendi boklarına çocuklarıda karıştıyorlar ki? Onlar saf ve günahsızlar. Bende bir zamanlar öyleydim. Ama diğer çocuklardan hep farklı olacaktım. Sen çocukluk ne demek bilir misin" dedim ona yaklaşarak. "Oyuncaklarla oynamak, anne-baba sevgisi ne demek biliyor musun? Başka çocuklarla oyun oynamak nedir bilir misin" dedim. Gözlerimden akan yaşları durduramadım. "Ben bunları yaşamadım, yaşatmadılar. Hep yalnızdım, şimdi büyük yaşımda yalnız uyumaktan korkuyorum. Bu yüzden hep uyku ilaçlarıyla uyuyordum. Buraya geldiğimden beri uyku bile haram oldu. Neden yaşmama izin vermiyorsun? Sen benden ne istiyorsun? Sen kimsin? Ben Annie Walker. Peki sen?.. Anladık filmlerde olur ya, her kesin korktuğu o adamsın. Devon Phoenix Adams. Kimlerdensin? Beni nerden gördün? Ben seni tanıyor muyum? Artık konuşmalısın! Çünki ben çocuk değilim. Bilmeye hakkım var" dedim. İçimden canavar çıktı sanki... Yüzüme baktı. Kısa bakışma ardından, yine tam önümde bitti. "Altı yıl önce, hatırlarsın, hani komşu üniversiteden gelmiştin ya?.." Tanrım, artık anlatacaktı. Başımı salladım. "Eee" dedim. "Hani iki oğlan bir oğlanı dövüyordu ya..." Nefesini kulağımda hissettim. "Bak ben dövülen o oğlanım" dediğinde gözlerim faltaşı gibi açıldı. "Ne" dedim şaşkınlıkla. Kısa bir sarsıntı geçirdim. O zamanları iyi hatırlıyorum. Her anımı hatırlıyorum, ancak yedi yaşımdan evvel hiç bir hatıram aklıma gelmemişti. Bunu hep merak etmişimdir. Neyse, gelelim esas konuya. Geri çekilip, karşımdaki adamı baştan aşağı süzdüm. Altı yıla nasıl da değişmişti. Ancak bu benim neyime gerekti? Şimdi karşımda, kaç gündür bana kabir azabı veriyor. Yüzümü buruşturdum. "Bu tesadüfün içine sikeyim. Hani sen yaptığım iyiliğin karşılığını verecektin" dedim küçük kız çocuğu edasıyla. "Zaten veriyorum." Tok ve rahat sesi beni şaşırttı. "Çok bile veriyorum" dediğinde elimle ağzımı tuttum, onu kınar gibi. "Şaka mı, yapıyorsun sen? Hani ben göremiyorum" dediğimde dudakalarını büzdü. "O zaman sen körsün." Kör müydüm? Şaka mı? "Seni kurtardığım güne sikeyim" dedim. Dudakları sağa kıvrıldı. "Bakalım, bunları başka zaman da söyleye bilecek misin" dediğimde kaşlarım çatıldı. "Nasıl yani" dediğimde işaret parmağını dudakalarıma yaklaştırdı. "Şşş, çok soru yok! Sadece intikam gününe kadar benimlesin" diyip koltukta oturdu. "İntikamın bittiğinde beni bırakıcak mısın" dediğimde bana bile bakmadı. "Sanmıyorum" dediğinde derin iç çektim. "Beni öldürmek hoşuna gidiyor galiba" dediğimde kahverengi gözleriyle karşılaştım. "Seni öldürmek isteseydim, şimdi karşımda olmazdın! Sadece bazı şeylere göz germek zorundasın! Dikkatimi çekiyorsun, ama daha fazlasını istiyorum" dediğinde kaşlarımı çattım. "Nasıl bir dikkat istiyorsun" dedim yanına yaklaşarak. Yorgun bedenimi rahat koltuğa bıraktım. Tam karşısında oturup, pür dikkat, ona bakıyordum. O da bana dikkatlice bakıyordu. "Göstericem" dedi. Gözlerimi devirdim. "Kafandaki soruların cevaplarının çoğunu kendin bulacaksın" dediğinde kaşlarımı çattım. Nasıl? "Şimdi, çık git, uyu, asablarım bozuluyor. Ayağa kalktım. "İyi uykular, Devon Phoenix Adams" diyip yukarı merdivenlere kalktım. "İyi geceler Annie Walker" dediğinde gülerek ona baktım. Bakalım bizi bundan sonra neler bekliyicek? Odamın kapısını açıp, yatağımda uzandım. Devon Phoenix Adams daha Annie Walker'i tanımıyordu. "Babamın tanıdığı kadar" dedi. O zaman rahat ola bilirim. Ancak bende onun hakkında çok şey bilmiyordum. Bakalım hayat bizi nerelere sürükleyecek? Canımızın yanacağından emindim. Yaşamadan asla bilemiyicez. Bitch, uykum yok, damn it, ne yapayım şimdi? Uykum çok, ancak uyuyamıyorum. Yalnızlık bana çok koymuş. Ayaklarımı kendime çekip, ellerimle sardım ve oturur pozisyonuna gelip, başını ayaklarımın arasındaki boşluğa bıraktım. Ağlıyordum. Uyumak bile zor geliyordu bana. Kendime zarardan başka bir şey vermiyordum. Derin bir iç çektim. Sessizce ağlıyordum. Bu sessizliyin ardındaki çığlıkları asla kimse duymayacaktı.

Phoenix'in (Feniks'in) KuklasıDonde viven las historias. Descúbrelo ahora