6-CI BÖLÜM. İNATÇI VE ÇEKİCİ

39 6 0
                                    

Merhabalar, nasılsınız? Bölümü biraz geç attım, kusura bakmayın. Hayat nasıl gidiyor? Eminim, bazılarınızda benim gibi zor zamanlardan geçiyordur. Hikayeni ağlayarak yazdım. Doktorlarda sürünüyorum. Ancak ne kadar zor olsa da, hayatımıza devam edeceğiz. Ne kadar zor olursa olsun, yorulduğunuzda bırakmayı değil, dinlenmeyi öyrenmelisiniz! Zorluk her zaman vardır. Hakimiyyetini doğduduğumuzdan beri hayatımıza kurmuştu. Esas biz o zorlukları kolaylaştırmak için çalışmalıyız. Zoru kolaylaştırmak bizim kendi ellerimizde. Kimisi zorun bataklığında batar, kimisi o bataklıktan kurtulmak için çalışır. Siz istedikten sonra, hiç bir çalışma karşılıksız kalmaz! Unutmayın, hayatta her şey karşılıklı! Lütfen, sizde emeğime karşılık, vote ve yorum bırakın. Hatam olursa, yazın. İyi okumalar.

                             ~~~

"Tanrının sevimli kulu, ismin ölüler sırasında çıkmadı. Hala doğru zaman değilmiş. Geri gönderiliyorsun. Geriye kalan hayatında başarılar."

                            ~~~

Ruhum yeniden buz gibi bedenime girdiğini hissettim. Gözlerimi açmak için çabalıyordum. Ancak olmuyordu. Kahretsin, yine mi? Ben neden ölemiyorum ki? Kesik kesik sesler duyuyordum. Sesler ve cümleler bir biriyle uyuşmuyordu. Beynim durmuş gibiydi. Galiba işitme duyum yavaş yavaş düzeliyordu. Artık sesleri net duyuyordum: makine, kadın ve erkek sesleri. Başıma şiddetli ağrı girdi. Soğuk bedenimin içindeki küçük kalbimin attığını hissediyordum. Yavaş atıyordu. Ancak kendine umut vermeye çalışır gibi hızını arttırıyordu. Bu an makinenin sesi kulaklarımda yankılandı.
"Dıt dıt dıt...."
"Kalbi atıyor" diye yüksek bir ses duydum. Kadın sesiydi. Sanki bu anı bekliyormuş gibi. Sesi öyle sevinçli çıkmıştı ki, sanki kendi yakınından birisini kurtarmıştı.

Yine ölmeyi başaramadın, Annie. Tanrının sevimli kulusun.

Çok güzel. Gurur duyuyimde, boşa gitmesin... Şimdi ölmediyim için sevinmeli miyim, yoksa isyan mı etmeliyim? Bilemedim. Tanrım sabır ver. Midemde bir sancı hissettim. Acıkmış olmalıyım. Ve çişimin geldiğini, boğazımın ağrıdığını ve susadığımı. Hepsi bir arada mı? Nescafe 4-ü 1 arada oldu bu. Sahi var mıydı öylesi? Neyse, boşver ya... Başımın ağrıması galiba, beynimin faliyyetine yeniden başlamasına dair bir sinyaldi.

Evet Annie, biraz daha mı böyle kalmak istersin, yoksa, tuvalet bulup, içindekileri dökmek mi?

Haklısın iç sesim, kalkmaya çalışıcam. Gözlerimi bir kez daha açmaya çalıştım. Olmuyordu. Bu ne yorgunluk be kızım? Ne ara bu kadar paslandın? Ama yapıcam. Sol elimi gözlerime getirip, ovuşturdum. Sonunda gözlerini açmayı başardım. Ağır ağır gözlerimi açtığımda her şey bulanıktı. Gözlerimi kırpıştırıp, görme duyumu aktivleştirmeye çalıştım.

Robot musun Annie?

Hayır. Ama kötü olmazdı. Sonuçta hissiz ve duygusuz oluyorsun. Ancak bazı şeyleri hissetmek lazım. Her duyumuzun bir güzelliği var aslında. Ancak onları rahat yaşamama izin vermiyordular. Acıyı bile. Neyse, bunada şükür. "Annie hanım, iyi misiniz?" Aynı sesi duydum. Doktor olmalıydı. Neden beni iyileştirdin ki, ölücektim işte, ne zararı vardı ki?

Doktor olduğu için olabilir mi, Annie? Sonuçta Hippokrat'a and içiyordar.

Eh, o da doğru. Gözlerimi tekrar kapatıp, yeniden açtığımda, her şey net görünmeye başladı. Evet hastane odası, masa, evraklar. Başka... Neyse. Yüzümü sağa çevirdim. Doktor bana şaşkınlıkla bakıyordu. Neden acaba? "Annie hanım size ölüpde, sonra dirildiğinizi söylesem, inanır mısınız?" Hiç şaşırmadım. Başıma tonlarca şey gelmesine rağmen, bir türlü ölemiyordum. "Şey ben tuvalete gitmeliyim" dedim hemen. Şaşkınlıkla bana baktı. Doğru, normalde sevinmeliydim, ancak ben artık bundan nefret ediyordum. "Tamam, buyurun." Yaklaşıp elini uzattı. Hemen kalkmaya çalıştım. Lanet olsun, sol ayağım sargıdaymış. Acısını yere bastığımda hissettim. İnledim. "Lanet olası şey" dedim yüzümü buruşturarak. Bu an iki büyük el belimden tutup, beni kaldırdı. Bedenimden gelen acıyla, yine inledim. "Çok mu acıyor" diyen adama, ona bakmadan cevap verdim. "Senin kadar acıtmazlar."
"Biliyorum" dedi hemen. Biliyormuşmuş... Herif nasılda rahat. "Beni yere indir hemen." Sesimi yüksetmekten başka elimden bir şey gelmiyordu. Şimdilik... "Sesini kes, altına mı yapmak istiyorsun? Meraklı değilim seni kucağımda taşımaya." Hıhı eminim öyledir. Terbiyesiz şey... Neyse, beş saatten sonra tuvalete geldik. O kadar konuşuyor ki, birkaç adımlık yere beş saate geldik. Şaka tabiki. Kapıya yaklaştığımızda, beni indirdi. Kapı kolundan tutup ona baktım. Aval aval bana bakıyordu. "Eee" dedim. "Ne eee" diyip ifadesiz bir şekilde bana baktı. "Ben ayağımı haraket ettiremiyorum, birini çağırda gelsin. Tanrı korusun, kırık çıkık falan. Aaaa..." Hemen başını salladı. "Doğru, sen tek gidersen, ölmenin bir yolunu yine bulursun, değil mi? Senin için kolay. Ancak galiba sana hala nelere kadir olduğumu göstermedim! Gittiğimizde, gösteririm" diyip gitti. Gözlerimi devirdim. Vır vır ne kadar konuşuyor ya? Kolaymışmış... Sanki seviyoruz kendimizi harcamayı... Kim kendinin ölümünü ister ki? Ben bittim burda çabuk ol! İşi gücü çok ve boş konuşmak. Az önce iyi olup olmadığımı soran doktor ve yanında bir hemşire, geliyordular. Hemşire hemen yanıma yaklaşıp, selam verdi. Selamını sırıtarak aldım. Kapıyı açtı ve koluma girdi. Sağ olsun, tuvalete oturmama kadar yardım etti. Evet, içimizi döke biliriz.

Phoenix'in (Feniks'in) KuklasıOnde histórias criam vida. Descubra agora