Jimin

463 41 35
                                    

Sabırsızca bekliyordum. Sabit duramıyor sürekli kendi etrafımda yuvarlaklar çiziyordum. Jimin birazdan gelecekti. Onu uzun bir aradan sonra ilk kez görecektim. Busan'da olduğum sürece Bogum bizi görüştürmüyordu ancak, şu an, Bogum diye bir sıkıntım yoktu. Malikaneye gideceğimi bile telefon üzerinden söylemiştim, vedalaşma şansım bile olamamıştı Busan'dan ayrıldığım vakit. Ona duyduğum özlem tarif edilemezdi.

Kalbim sürekli hızlanıyor, avuç içlerim terliyordu. Bana söylediği kafeye gelmiştim Taehyung ile beraber. Taehyung oturuyor, arada bana bakıyor bazense kafasını kafenin camından dışarı döndürüyordu. Benim hakkımda şu an neler düşünüyordu bilmiyorum ancak inanın umrumda dahi değildi çünkü şu an tek önemsediğim Jimin'di. Birazdan gelecekti ve uzun zaman sonra ona kavuşmanın mutluluğunu yaşamaya odaklanmıştım.

"Off." sıkıntıyla gözlerimi kocaman açıp yanaklarımı şişirip ofladığımda, ilgisini dışarıya vermiş olan Taehyung'un odak sahibi olmuştum. Bana garip bakışlar atması veya ağzından tek kelime dahi çıkmaması umrumda değildi. Ancak malikanede gitmemem için yalvarışlarını görmemden sadece bir kaç saat geçmiş iken nasıl böyle duygu yoksunu birisine dönüşüyordu açıkçası anlamakta güçlük çekiyordum. Zira ben saatler öncesine delicesine birine yalvardıktan sonra asla böyle birine dönüşemezdim. Ancak fazla üstelemek istemiyordum çünkü birazdan Jimin gelecekti ve onun karşısına biraz da olsa toparlanmış, zihnimdeki bazı düşüncelerden kurtulmuş bir şekilde çıkmak istiyordum.

"Jungkook..." cılız ve pürüzlü bir ses ilişmişti kulağıma. Odağı bende olan Taehyung'un gözleri arkamda bir noktaya kaydığında geldiğini anlamıştım. Sesindeki pürüzü yok sayarak önce başımı omzumun üstünden arkama çevirdim, ardından bedenimi tamamen döndürdüm arkama. Kahvelerimi renkli gözüne iliştirdiğim vakit gözlerindeki doluluğu ve parıltıyı farkettim. Eğer biri bana gelipte Jimin'i anlatmamı isteseydi; kesinlikle müptelası olduğum gözlerini anlatırdım. Gözleri bir çok kişiye bedeldi.

Örgülü yeşil bir hırka altına ise mavi kot pantolonu giyinmişti. Giydiği beyaz spor ayakkabının tabanı her ne kadar büyük olsa dahi hala kısaydı. Sanki bir santim bile uzamamış gibiydi. Onunla en son ne zaman görüştüğümü dahi hatırlamıyordum. Ancak en son gördüğüm zaman ile şu an ki boyunun aynı olduğuna yemin edebilirim.

Ben onu incelerken onunda beni incelediğini biliyordum. Aldığı her iç çekiş ise beni doğruluyordu. Gözlerimin dolmasına müsaade ettiğim vakit ona doğru bir adım attım. Sanki ona doğru adımlamamı bekliyormuş gibi o da bana bir adım attığında daha fazla dayanamayıp üzerine doğru koşar adım ilerledim. O bana bir adım daha atamadan ben çoktan ona varmış, kollarımı boynuna dolamıştım. Kollarını açtığında sarılışma karşılık vermiş ve ağlamaklı sesinden "Jungkookie..." diyebilmişti. Pürüzlü sesine ek olarak gözlerinden akan yaşı boynumda hissedebilmiştim. Ona sarıldığımdan dolayı yüzünü göremiyordum ancak gözünde akan yaşı boynumu ıslattığından ağladığını biliyordum.

"Jimin..." aynı şekilde ben de karşılık verdiğim vakit Jimin'in dudaklarından bir hıçkırık dökülmüştü. Burnumu Jimin'in boynuna daha fazla gömüp şeftali aromları kokusunu içime çektim. Onu çok özlemiştim. Bu tarif bile edilemeyecek bir özlemdi.

Birkaç saniye burnumu boynunda dinlendirdikten sonra gözlerimi açtığım vakit kafenin içinde bulunan bir kaç kişinin bize garip bakışlar attığını gördüm ancak umrumda değildi. Jimin burdaydı, yanımdaydı ve hiçbir şey umrumda değildi.

Yüzünü görebilmek adına başımı geriye çektiğimde boynumda olan başını geri çekmek zorunda kalmıştı. Islak gözlerini gördüğüm vakit elimi yanağına koyup baş parmağımla sildim akan göz yaşını takip eden yolu. "Ağlama," diyordum fakat ben de ağlıyordum. Söylediğimle yaptığım çelişiyordu ama umrumda dahi değildi. Sonuçta ikimizde sulugözdük.

The Kth BoyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin