4|

56.2K 3.4K 678
                                    



Rüzgârın serin uğultusu kulaklarımda çınlıyor, kaynağının neresi olduğunu bilmediğim bir soğukluk bedenimi titretiyordu. Üşüyordum. Ellerim zangır zangır titreyerek tüm direncimi kırıyor, sakinliğimi yerle yeksan ediyordu. Kirpiklerimden parmak uçlarıma kadar her yerim sızlıyordu. Bu lanet kâbustan uyanmak istiyordum. Kendi evimde, kendi yatağımda uyanmak istiyordum. Sadece benim girebildiğim odamda yalnız başıma geçirdiğim o sessiz fakat değerli dakikalardan birinde olmayı istiyordum. Şimdi gözlerimi kapatsam, içimden üçe kadar saysam ve hayatıma yeniden dönsem keşke demekten kendimi alıkoyamıyordum.

Bir ihtimal, diye düşünerek gözlerimi yumdum. Belki de her şey bir rüyadan ibaretti. Göz kapaklarımı yeniden araladığımda gördüğüm, keskin gri gözlerdi. Kâbusum bitmemişti.

Omuzlarım umutsuzlukla çöktü. Sözleriyle nefesimi ciğerlerime tıkan adama bakmaya devam ettim. Beni iyiden iyiye tedirginliğe sürükleyen cümlelerini sarf ettikten sonra eski yerine dönmüştü. Öylesine afallamıştım ki ne yapacağımı bilememiştim. Şimdi ise karşımdaki koltukta oturuyor ve beni göz hapsinde tutuyordu. Bakışlarına aynı ifadesizlikle karşılık versem de bu adamdan ürküyordum. Etrafına deniz kokusundan ziyade tehlike kokusu yayıyordu ve gözleri her an tetikteydi. Gerçi bunu yapmasına pek fazla gerek yoktu. Çünkü sert yüzü ve donuk bakışları 'ben tehlikeyim' der gibiydi.

Karnımdan hafifçe yükselen ses ile acıktığımı fark ederken kaç gündür yemek yemediğimi düşündüm. En son grupça, kaldığımız otelde kahvaltı yapmıştık ve ondan bu yana başka bir şey yememiştim. Karşımdaki adama aç olduğumu söylesem aldırmayacağını biliyordum fakat şansımı denemekten başka bir yol olmadığının da bilincindeydim. Bu sebeple kibarlığı bir kenara atarak, "Ben acıktım," dedim. Düz bakışlarından bir anlık alay geçer gibi olduğunda kendimi ondan gelecek karşılığa çoktan hazırlamıştım. Fakat yanıltarak hiçbir şey söylemedi, omuz silkerek beni izlemeye devam etti.

Kabalığını es geçmeyi tercih ettim. Onunla uğraşacak gücüm yoktu. "Mutfak nerede?" diye sorarken en azından atıştırmalık bir şeyler hazırlayabilirim diye düşündüm.

"Oldukça meraklı bir yapın olduğu için bulmakta zorlanacağını sanmıyorum."

Gözlerimi kısarak ona birkaç saniye baktım. Haklıydı, mutfağı kendim de bulabilirdim. Bu aptala sormama gerek yoktu. Koltuktan kalkarak yavaş ama kendimden emin adımlarla önünden geçerek koridora çıktım. Sağ tarafta odalara çıkan merdivenin olduğunu bildiğimden doğruca sol taraftaki kapıya yöneldim. Siyah kapıyı açarken mutfağın burada olacağını düşünüyordum ve içeriye girdiğimde yanılmadığımı anladım. Kapıyı arkamdan kapatırken mutfağı inceledim. Gayet genişti ve burada da koyu renkler hâkimdi. Dolaplar koyu gri, duvarlar ise beyazdı. Mutfağın tam ortasındaki küçük tezgâhın arkasında dört kişilik bir masa vardı. İncelemeye son verip buzdolabına ilerledim. Bizimkine oldukça benziyordu, düşündüğüm şey ile başımı hızla kaldırıp markasına baktığımda oldukça yabancı bir isim görmek beni hayal kırıklığına uğrattı. Ne bekliyordum ki sahi? Tanıdık bir şey mi? Sahiden deliriyordum.

Dolabın kapağını açıp içine bakarken köşede duran peyniri ve paketin içindeki ekmeği görür görmez elime aldım. Basit bir sandviç yapabilirdim.

Birkaç tane hazırlayıp tabağa koyduğumda aklıma Aytun geldi. Ona da götürmeli miydim? Götürsem ne tepki verir diye düşünüyordum. Tersleyebilirdi ve ben şu an onunla uğraşmaya pek hevesli değildim. Ancak onun evinde kalıyordum ve ona da götürmem gerekliydi sanırım. Başka bir tabağa sandviçten koyduktan sonra tepsiye yerleştirdim tabağı. Yanına dolapların neredeyse hepsini karıştırarak bulabildiğim peçeteyi koyduktan sonra kapıyı açarak temkinli adımlarla salona ilerledim.

 AY DÜĞÜMÜ Where stories live. Discover now