14|

37.8K 3K 531
                                    


Hayatının hemen her dönemini umutsuzlukla geçiren bir kız olmuştum. En ufak bir olaya bile karamsar yaklaşmıştım. Bu durumda olmamın en büyük etkeni elbette ki annemdi. Onun yüzünden öğrenmiştim insanlara güvenmemeyi ve umuda bel bağlamanın aptallık olduğunu. Önemli veya özel günlerimde saatlerce kapıda onu beklerken bellemiştim umutsuzluğu. Ama buraya gelirken uzun zaman sonra ilk kez umut ettiğim bir şeyin karşılığını alacağımı düşünmüştüm. Kadınla konuşacak, eve gidiş yolunu öğrenecektim ve eski yaşantıma kavuşacaktım. Saatler boyu olayların böyle gelişeceğini hayal etmiştim, hatta içten içe sevinçliydim bile. Yılların ardından umutsuzluğun kasvetinin çöktüğü sokaklarımda ışıklar oluşmuş, bana kaybettiğim umudun güzel hissiyatını bahşetmişti.

Ta ki bu dakikaya kadar. Her zaman olduğu gibi boşlukta başıboş gezinen hayallerimin, uçuruma ihtiyacı yoktu ölebilmek için. En engebesiz yolda bile ayağı taşa takılırdı zaten yok olmaya meyleden düşlerim.

Umudun parlak ışıkları söndürüldükten sonra camdan bir tabutun içine konup bir okyanusun dibine yollanmıştı. Suyun içinde belli oluyordu tabut lakin ne bende suya atlayacak cesaret kalmıştı ne de o suda yüzmemi sağlayacak en ufak bir bilgi kırıntısı. İçime ektiğim umutlarım karşımdaki kadın tarafından acımasızca katledilmişti. Keşke şu saniyeler bir kâbus olsaydı. Tüm bu yaşananlar küçüklüğümden beri peşimi bırakmayan illet kâbuslardan bir tanesi olsaydı ve uyandığımda bitseydi.

Dehşet yağmuru ile ıslanarak birbirine yapışan kirpiklerim artık taşıyamayacağım bir hale geldiğinde gözlerimi sıkıca yumdum. Aytun'un koluna tutunan parmak uçlarım tüm bedenim gibi sızlarken başının bana döndüğünü hissettim.

Kadına hitaben, "Kes sesini," diye ürkütücü bir tonla konuştuğunda gözlerimi araladım.

Her şey gerçekti.

Yutkunarak bu ortamdan soyutlanmak istediğimde, kalan güç kırıntılarımı da kullanarak bacaklarıma koş emri verdim ve Aytun'un arkasından çıkarak geldiğim yönde koşmaya başladım. Kasvetli koridoru arşınlayıp dar merdivenleri çıktım ve çıkış kapısına son süratle ilerlerken bizi karşılayan adamla göz göze geldim. Başımı çevirip dışarı çıktım ve arkamdaki gürültüleri umursamadan koşmaya devam ettim.

Berbat hissediyordum. Yabancılık çektiğim bu yerin havası sanki tonlarca ağırlığa sahipmiş gibi giremiyordu ciğerlerime. Ne demişti kadın, gidiş yolu yok mu? Ne yapacaktım öyleyse ben? Hapsolduğum bu yerden nasıl gidecektim? O kadın gibi bir yere tıkılıp yıllarca yaşayamazdım, orada kesin delirirdim. Ya eve dönüşüm? Nefeslerim boğazıma dizilirken arkamda duyduğum adım seslerinin volümü arttı ve ben son gücümü de kaybederek sert zemine kendimi bıraktım. Ellerim dizlerimin iki yanına konumlandığında başım da öne eğilmişti. Ne lanet bir yerdi burası. Her günüm ayrı bir çözümsüzlük kapısına çıkarıyordu virane bedenimi. Yön yol bilmeden, o kapıları açacak bir anahtara dahi sahip olmadan geçiyordu zamanım. Niye gitmiştim o piramide, niye girmiştim o hiç bilinmeyen yola? Ne vardı sanki evimde otursaydım? Niye, neden soruları aç bir kurt gibi zihnimi yerken kulağıma çalınan sesi taşıyan rüzgâra lanet ettim.

"Nereye gittiğini sanıyorsun? Ayliz, dur!"

"Gideceğim," diye avazım çıktığı kadar bağırdım. Zorladığım boğazım tahriş olurken adımlarının duraksadığını işittim. "Evime gideceğim ben! Bu kadın gibi olmayacağım."

Evet, gidecektim. Bu kaçıkların arasından kurtulacak ve bir şekilde gidecektim. Gözlerim ileride görünen evlere kaydığında yerden destek alarak ayağa kalktım. Orası bahsedilen kara büyücülerin yaşadığı yer olmalıydı. Eğer büyü yapabiliyorlarsa bir şekilde beni de evime gönderebilirlerdi, değil mi? Başımı hızla salladım ve o tarafa yönelip birkaç adım atmıştım ki koluma sıkıca sarınan kollar buna mani oldu.

 AY DÜĞÜMÜ Where stories live. Discover now