25. Bölüm "Öldür Onu"

1.9K 136 3
                                    

İki ay sonra

Aradan geçen iki ay benim için yardım ziyaretleriyle doluydu. Koca ülkenin tüm fakir semtlerine yetişemiyordum tabi. Ama listedeki isimlerin çoğunun üzerini çizmeyi başarmıştım. Bu süreçte Antonio, saraya yakın bir kasabada kalıyor ve dikkat çekmemek için bir fırında çalışıyordu. Hermosa dışında olduğu için yeni kurallar gereği büyü yapamıyor ve bu da onun hayat şartlarını oldukça zorlaştırıyordu. Sık sık beni görmeye geliyor, bazense ben onu ziyarete gidiyordum. Hatta bazı yardım ziyaretlerine birlikte gidiyorduk. Onu babamla geçen ay tanıştırmıştım. Başta saraya bir prens kılığında girip bizi kandırdığı için görüşmemi istemesede zamanla ikna oldu. Tek bildiği Hermosa'dan bir arkadaşım olduğuydu, fazlası değil. Bu denli sık görüştüğümüzdende haberi yoktu. Benim öldürülme meseleme gelirsek; halkın Kral Hans'ın sessizliğine daha fazla katlanabileceğini düşünmüyordum. Bunun için yarın  meydanda toplanacak kalablık gruba kendimi açıklayacak ve iki aydır uğraştığım yardım ziyaretleri politikasının işe yarayıp yaramadığını anlayacaktım. Yaramama olasılığını düşünmek istemiyordum.

Yine sabah erkenden kalkmış, odamda kahvaltı yapmış ve dışarı çıkmak için hazırlanıyordum. Soğuk bir sabahtı. Bordo rengi kadife bir elbise giydikten sonra hızımı alamayıp birde siyah uzun bir pelerin giymiştim üstüme. Dalgalı saçlarım  omuzlarımdan aşağı sarkıyordu. Tacımı takmamıştım yine. Son kez aynaya bakıp aşağı indim ve beni bekleyen faytona bindim. Bu defa yolculuk Antonio'nun fırınınaydı..

Fırının tam önüne gelince tek başıma indim faytondan ve soğuğa maruz kalmamak için kendimi dükkanın içine attım adeta. Beni gülümseyerek karşılıyordu fırının sahibi Bay Albert.
"Hoşgeldiniz leydim, Antonio arka tarafta hamurlarla yakın ilişki içinde." deyince kahkaha atıp arka tarafa geçtim. Dediği kadar vardı. Tezgahın her köşesi undu. Buna karşın hamur hâlâ Antonio'nun ellerine yapışıyordu. Elini hamur parçalarından temizlemek isteyen Antonio mutfağa savaş açmış gibi hareketler yapıyordu. Geldiğimi fark etmeseydi köşede durup dakikalarca onu izleyebilirdim.

"Niye gülüyorsunuz prenses çok mu komik?" derken pes etmiş elindeki hamurlarla bir köşeye geçmişti. Gülmeye devam ederken elime bir bez alıp unladıktan sonra parmaklarını temizlemeye başladım. Daha sonra üzerindeki önlüğü boynundan çıkarıp onu ellerini yıkamaya yönlendirdim. Bende mutfağın arkasındaki küçük bahçeye geçtim.

Elinde iki fincanla o da geldi bir süre sonra. Dumanı tüten çayları masaya bırakıp "Bugün hava soğuk, içte için ısınsın." diyerek tamda içimi ısıtacak gibi bakıyordu. Ayağa kalkıp kollarımı boynuna doladım ve "Özür dilerim." dedim.

"Niçin özür diliyorsun? Bu kadar güzel baktığın için mi?"

"Dalga geçme, benim yüzümden hayat düzenin bozuldu. Resmen insana döndün farkındayım. Ama şu isyan olayı bir kapansın, benim güzel planlarım var."

"Ben halimden memnunum. Şimdi sıcak keklerde getireceğim ve biz güzel vakit geçireceğiz." deyip giderken arkasından bağırıyordum "Umarım kekleri sen yapmamışsındır."

Tabakları masaya koyarken "Al bakalım ilkbahar. Bunları Albert amca yaptı. Ben henüz hamurla debelenme aşamasını atlatamadım." dedi ve oturdu.

"Her yerde kralın yarın halkla görüşeceğini haber veriyorlar."

"Evet yarın büyük gün. Epey kalabalık olacak. Eğer planım işe yaramazsa, babam karşı çıkan kişilerden bir grubu öldürteceğini söyledi. Umarım buna gerek kalmaz."

"Canını sıkma. Bir sorun çıkmayacak. Boşver bunları, bir haftadır görüşemiyoruz, neler yaptın?"

"Bende sana bundan bahsedecektim. Seninle görüştüğümüz günün ertesi günü Dave geldi saraya. Bakma hemen kötü kötü. Ailesini bulmak için babamın yanından ayrılmıştı. Babasının bir kral olduğunu öğrenmiş. Ne şans ama.. Hasta kralda tahtını yeni tanıştığı oğluna bırakmış. Yani o artık bir kral."

"Aman ne güzel. Bundan sonra görüşmenize gerek kalmadı."

"Bak, onu kıskanmanı istemiyorum. O benim için önemli biri. Babam onu neden yanına almış biliyor musun? Çünkü öncesinde annemle birlikte kalıyormuş, şatoda yani. Ben farkında olmasamda hayatımız boyunca birlikteymişiz."

Ben konuşmaya devam ettikçe Antonio'nun yüzü renkten renge giriyor, tepkisini koymak için sabırla sözümü bitirmemi bekliyor gibiydi.

"Yani demek istediğim, onu kardeşim olarak görüyorum."

"Seni anlıyorum. En azından anlamaya çalışıyorum. Ama yinede onunla çok yakın olmanı istemiyorum, rahatsız oluyorum. O adamın bakışları, sana seslenişi bile tuhaf. Ne olur sende beni anla."

"Tamam, peki. Zaten artık istesekte yakın olamayız. Arada ziyaretimize gelir o kadar. Bu konuyuda kapattığımıza göre keklerimizi yiyebiliriz."

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Uykusuz bir gece sonrası gelmişti işte büyük günün sabahı. Hem babam hem ben, stresliydik tabii. Çıkmadan önce son kez aynaya baktım. Siyah ve mor. En sevdiğim renk ikilisi elbisemde bir araya gelmişti. Rengini hâlâ tam olarak çözemediğim uzun saçlarım dalga dalga omuzlarımdan aşağı dökülüyordu ve başımın üzerinde tacım vardı..

"Arkada merdivenler olacak. Biz ordan çıkacağız erafı çevrili bir odaya. Önce ben çıkacağım meydana ve sen yani Rose hakkında gelenlerin söylediklerini dinleyeceğim. Eğer yardımsever Rose'u tanıyanların sayısı azsa seni çıkarmayacağım! Çok kişinin haberi varsa etrafında korumalarla çıkacaksın meydana. Başındaki tacı önceden çıkaracaksın. Rose olarak bir konuşma yaptıktam sonra, ben seni ilan ederken başına takacağım tacını. Öldürme konusu kapanmazsa korumaların ve sen geldiğiniz yerden gidip faytona binip uzaklaşacaksınız. Plan bu, aykırı bir şey yapayım deme Luciana!" diye gözbebekleri titreye titreye anlattı bana planını.

"Biliyorum, kralım, babacığım.. lütfen biraz sakin olmaya çalış. Bak gelmek üzereyiz. Şu stresi at artık üzerinden, kötü birşey olmayacak." diye teskin edici konuşsamda benimde ondan bir farkım yoktu. Atlar durduğunda birbirimize bakıp yutkunduk ve derin nefes alıp aşağı indik. Korumaların yardımıyla tahta merdivenlerden etrafı çevrilen alana çıktım. İçeridede ellerinde kılıçlarla bekleyen adamlar mevcuttu. Babam adamlarından malumat alınca yüzünün rengi bir ton daha kırmızı oldu. Yanıma gelip "Halk toplanmış, dışarısı tahminlerimizdende kalabalıkmış. Ben birazdan çıkacağım, eğer olurda birşeyler ters giderse ne yapacağını biliyorsun." dedikten sonra titreyen eliyle saçımı okşadı. Bir kralın en zor anıydı bu. Dışarıda toplanmış bir grup vardı. Eğer isterlerse bu grup birlik olup ordu olurdu. Ve gelir kralın kızını öldürürlerdi. Ya da kralı tahtından ederler ve bu kral akıbeti belli olmayan bir yola sürüklenirdi. Bu durumdan kralı kim kurtaracaktı? 18 yaşındaki prensesi mi? Belki...

"Majesteleri Kral 2.Hans.." duyurusunun yapılması üzerine babam ayağa kalkıp tüm heybetiyle meydan çıktı. Aralık kalan perdeden onun için getirilen tahta oturduğunu görebiliyordum. Bağırıp çağıran halka gür sesiyle "Hepiniz sorularınızın cevaplarını alacaksınız." diyerek susmalarını sağladı.

"Bugün hepinizi buraya, kızım Prenses Luciana hakkında konuşmak ve kararımı açıklamak üzere topladım. Fakat önce hakkında iyi duyumlar aldığım birini soracağım size. Kendini Rose diye tanıtmış. Siz ne dersiniz, tanır mısınız?" deyince topluluktan büyük bir gürültü yükseldi. Bende bu sırada tacımı başımdan alıp nedimelerime uzattım. Sonra babamın "Peki Rose bu mudur?" demesiyle derin bir nefes alıp meydana çıktım. Böyle bir kalabalığın karşısında bir an heyecandan laflarımı toparlayamadığım doğrudur. Nihayet ağzımı açabildiğimde "Beni tanıyanınız vardır. Peki benden şikayeti olan var mıdır?" diye haykırdım. Yine topluluktan bir gürültü yükseldi. Kelimeleri seçemesemde olumlu şeyler söylendiğini anlayabiliyordum. Arkadan gelen adamın üstünde tacımın olduğu mor yastığı babama uzatmasıyla nefesimi tuttum. Yavaş yavaş bana geliyordu kaderim. Ve artık yapabilecek bir şey kalmamış, taç saçlarımla buluşmuştu. Yine bir gürültü yükseldi topluluktan, ama bu kez daha korkunç daha hırçın.

"İşte kızım Prenses Luciana." diye haykırdı babam.

"Şimdi söyleyin kimler o ölsün istiyor?" demesiyle bir gürültü daha koptu.

Bir grup insan "Öldür onu Kral Hans" diye ard arda bağırıyordu. Yükselen bu sesler beynimde uğulduyor, gözlerim kararıyordu.

Sonra başka bir ses, daha yüksek bir ses..  Gözlerim kararmaya devam ediyor topluluk içinde yeni sesler yükseliyordu. Ve ben bedenimi ayakta tutamamış yerde yatıyordum. Gözlerim kapanmadan önce tek gördüğüm yere düşmüş tacımdı..

HERMOSA Prensesin BüyüsüWhere stories live. Discover now