6.Bölüm : Benim Yerim.

728K 44.3K 7.2K
                                    


Yukarıdaki şarkıyı açmayı unutmayın^^


Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.


Şövalye, yıldızına giden yolun on beşinci gününde bir atlıyla karşılaşmış. Atlı şövalyeyi görür görmez atını durdurmuş, inmiş aşağı. ''Şövalye!'' demiş, ''ben karşı dağdan geliyorum. Sevdiğime gidiyorum. Atım yol üzerinde sakatlandı. Beni ancak bir gün daha götürür. Oysa benim yolum en az on günlük. Üç dağ ötede bir at gördüm, başı boş. Oraya gidecek kestirme bir yol bilir misin?'' Şövalye başını çevirmiş, üç dağ öteye bakmış. Kızıl ağaçlarla kaplı o dağ, yıldızına ulaşmak için atını feda ettiği, terk edip gittiği dağmış. Şimdi karşısında bir adam, ona onun atına ulaşmak için kısa bir yol soruyormuş. ''Bu aşk için yaptıklarım...'' diye düşünmüş içinden, ''görmediğim bir yıldıza ulaşmak için feda ettiklerim... Yurdum, evim, atım...'' Devam edememiş cümlesine. Öyle çok istiyormuş ki hiç görmediği o yıldızı görmeyi, neyi var neyi yoksa bırakmış gitmiş. Ve eminmiş, neyi kaldıysa onu da bırakır gidermiş. ''Ben kısa yol bilmem.'' demiş, ''o atı istiyorsan yürüyeceksin günlerce. Yağmur yağacak ıslanacaksın, bacakların ağrıyacak, susuz kalacaksın, üşüyeceksin, terleyeceksin. Kestirmesi olsa her yolun, anlamı kalır mı kavuşmanın?'' Çünkü biliyormuş şövalye, bu atlının sevdiğini de, atı da yıldızı da güzel yapan uzakta olmalarıymış. Uzakta olan güzel olmasaydı bu kadar, bakar mıydı gözler bu kadar uzağa? İnsan öyle bir yaratılmış ki, gözleri en uzağı, gökyüzünü bile görüyor. Çünkü güzel olan uzak olandır, her daim ve daima...


6.Bölüm : Benim Yerim.
*Bu kızı, o trene bindireceğim.*


Saatlerdir Ege'yle mesajlaşmaya devam ediyoruz. Birbirimize şarkılar atıyoruz, odamın içinde delirmiş gibi mesajlarına gülüp duruyorum. Saatler ilerleyip akşama yaklaştıkça içimdeki korkunun büyüdüğünü hissettim, çünkü saatlerin ilerlemesi, havanın kararması onun beni arayacağı saate yaklaştığımızı gösteriyordu. Sesimi duyacaktı, sesini duyacaktım. Hayatımda ilk defa deliler gibi merak ettiğim bir ses tonuna şahit olacaktı kulaklarım. Sesi nasıldı acaba? Kalın mıydı, ince miydi? Nasıl gülüyordu? Gülüşü nasıldı? Kıkırdıyor muydu, yoksa sert bir kahkaha mı atıyordu, kadife sesine mi benziyordu gülüşü mesela? İsmimi nasıl söylerdi? Nasıl İzmir derdi?

Telefonu yatağıma bırakıp ayağa kalktım. Ağır ağır yürüdüm odamın içinde. Aynamın karşısına geçtim. Kendime baktım, sanki birazdan Ege'yle buluşacakmışım gibi. Altıma giydiğim siyah taytım, gri panduflarım, üzerimdeki KISSES yazılı siyah tshirtüm, toplanmış kumral saçlarım, sersefil halime baktım öylece... Gözlerim aynadaki gözlerimle buluştu. ''Acaba bir gün beni sevecek mi?'' diye düşündüm gözlerim gözlerimde. Kendimi bir deprem ardında darmadağınık olmuş bir odaya benzetiyordum, bu dağınıklığı sever miydi bir gün? Öylesine özgüvensizdim ki aynaya her baktığımda moralim bozularak ayrılıyordum aynanın karşısından. Sıkıntılı bir nefes vererek, yatağıma doğru ilerledim. Titremeye başlayan telefonumu elime aldığımda ben de titriyordum. Ekrandaki ''Gelmemeye Giden Adam Arıyor'' yazısı bu telefonda bu zamana kadar gördüğüm en unutamayacağım görüntüydü.

3391 KilometreWhere stories live. Discover now