12. Bölüm : Sürükleniş Dönemi.

509K 52.8K 14.4K
                                    

NOT : Bu bölüm 1500 beğeniye ulaştığı an yeni bölüm gelecek^^ Okuyan herkes beğenirse çook kısa bir zamanda ulaşacağımıza eminim. Yeni bölüm hazır, 1500 beğeniyi bekliyor olacağım :') YUKARIDAKİ MÜZİĞİ AÇMAYI VE KARANLIK BİR ODAYA GEÇMEYİ UNUTMAYIN^^ 

---

Şövalye, günlerden bir gün dinlendiği gölün kenarından kalkmış devam ediyormuş yoluna. Tam o an bir atlı sesi duymuş ardında. Arkasına dönmüş, yanında duran soluk soluğa atlıya bakmış. "Ey atlı," demiş, "nedir bu acelen?" Atlı konuşmuş. "Bunu size saraydan yolladılar. Derhal dönmem emredildi!" Atlı şövalyeyi eline tutuşturduğu bir mektupla bırakıp hızla uzaklaşırken şövalye oturmuş açmış mektubu. Yazanları bir bir okumuş içi dağlanırken. Bir tanecik babasını, dünyadaki son akrabasını, tek ailesini kaybettiğini öğrenmiş. İçine bir acı çökmüş. Bağırmış gökyüzüne doğru, "Ey!" diye. Saatler geçmiş, ağlanıp durmuş şövalye. "Ey dağlar, ey gökyüzü, ey yıldızlar. Alıp götürürsünüz her taşın tozunu, ne oldu da alamazsınız içimdeki acıyı?" Ayağa kalksa kalkamazmış acıdan, otursa oturamaz. Şimdi iki seçenek varmış önünde, bunca yol gittiği yıldızına biraz daha gidip kavuşmak, tüm yolu hiçe sayıp bir tanecik babasının cenazesine yetişmek. Aşkı öyle büyükmüş ki biliyormuş yıldızında annesini bulacağını, biliyormuş bu günden sonra babasına sarılır gibi de sarılacağını. Kalkmış ayağa, annesine babasına gider gibi hızla devam etmiş yoluna. İnsanın aşkı, kaybettiği her şeyin yansımasıymış aslında. İnsanın yâri annesiymiş, babasıymış, kardeşi, çocuğuymuş. İnsan bunu bilir, hisseder öyle ararmış aşkını yıllarca dağ bayır durmadan. Aşkta insan kaybettiklerini bulurmuş. Şövalye hızlanmış, bağıra bağıra ağlana ağlana ilerlemiş yıldızının olduğu dağa. Yıldızı artık sadece yâri değilmiş onun, tüm ailesi, eviymiş. Kaybettiklerini kaybetmiş, şimdi kazanacaklarında bulacakmış kaybettiklerini.

12. Bölüm : Sürükleniş Dönemi.
*Sana yalvarıyorum benim olmadığım bir hayatı seçme.*

Merhaba, ben acı...
İçinize kalbinizden girer, oraya yerleşir, uzun süre sizinle kalırım. Bir tedavim yok. Bir kere beni içinize aldığınız zaman, beni içinizden çıkarmanız çok zor olacaktır, bilirsiniz. Beni içinize almanız için kalbinizi açmanız yeterli olacaktır. Bir insana, bir duruma, bir yere kalbinizi açtığınız an sonunuz kaçınılmazdır. Ben, açtığınız o kalbinizden içeri girecek sizin en derininize yerleşeceğim. Biliyorum, hepiniz benden nefret ediyorsunuz. Ama aslında ben size zarar vermek için değil, sizi gerçeğinizle buluşturmak için giriyorum kalbinize. Binlerce, hatta yüz binlerce türüm var benim. Şu an hepinizin içindeyim, şöyle bir nefes alın. Acıyı hissedeceksiniz. Elinizi kalbinize koyun, ve selam verin bana. Sonra etrafınızdakilere bir selam verin. Çünkü hepinizin bir ortak noktası var, acı. Hepiniz aslında acı içindesiniz. Acı sizin içinde, siz acı içindesiniz. Ruhunuz hayatında ilk kez dizleri üzerine düşmüş bir çocuk gibi acıyor. Ağlamıyorsunuz, ya da ağlıyorsunuz. Ne olursa olsun dayanıyorsunuz. Çünkü siz dizlerinizin üzerinde değil, ayaklarınızın üzerindesiniz. Binlerce kiloyum ben. İçinizde binlerce kiloluk bir acı taşıyor, yine de düşmüyorsunuz. Miktarım arttıkça kilom da artıyor. Bazen yüz binlerce kilo oluyorum içinizde. Yürürken birden duruyorsunuz, acıdan yürüyemeyeceğinizi hissediyorsunuz. İşte o an bilin ki beni çok doyurmuş, kilo aldırmışsınız. İçinize ata ata, biriktire biriktire beni büyütmekten başka bir şey yapmıyorsunuz. Oysa hareket etseniz, konuşsanız, gülümseseniz birikmeyeceğim içinizde. Giderek kilo verecek, kayıp gideceğim içinizden... Siz sustukça ben büyüyeceğim. Siz sustukça acınız artacak. Bir de bazıları var, onların içinde büyümüyorum. Onların içine büsbüyük bir parça olarak yerleşiyorum zaten. Bilmem tanır mısınız, İzmir diye bir kız var. İzmir'de yaşıyor. Dün akşam saatlerinde göreve çağırıldım. İzmir'in içine yerleşme görevi. Şu an kalbindeyim, üstelik yüz binlerce kiloyum. Annesini ve babasını kaybetmiş duyduğum kadarıyla. Susuyor. Tek kelime etmedi, giderek büyüyorum içinde. Üstelik acısı öyle büyük ki içinde olmaktan ben bile acı çekiyorum. Çaresiz hissediyor, biliyorum. Hayatımda ilk defa birinin kalbini içinden okşamak istiyorum. Dokunuyorum kalbine, iç çekiyor. Biraz daha üzülüyor, biraz daha ve ben biraz daha büyüyorum. Kalbinden dolup taşmak, tüm vücuduna yayılmak üzereyim. Kıpırdayamayacak hale getirecek kadar büyüyorum içinde. Acıdan hareket edemeyecek hale gelene kadar. İçeride bir savaş başladı sanki, herkes "Hadi İzmir!" diyor, böbrekleri, ciğerleri, kalbi, acısı... Hadi İzmir, kendine gel. Bizi mahvetme, beni büyütme! Hadi! Şunu bilin ki, bir insanın içine yerleşen acısı o insan bu acıyı atlattığında kayıp gider ve yaşamına başka vücutlarda devam eder. Bu zamana kadar hep böyle oldu. Oysa birinin kalbindeyken o kişi bu acıyı atlatamazsa, içinde acısı varken yaşamına son verirse acı da içinde onunla birlikte ölür. Ölüm bir donakalma şeklidir aslında. İçinizde bir dünya var, organlarınız, hücreleriniz her bir noktanız bu dünyanın birer bireyi. Ve siz kendinize yazık ederek onlara da yazık ediyorsunuz. Üzüldükçe üzüyor, ağladıkça ağlatıyorsunuz. Bazen gözünüzden gözyaşı akmaz ama içiniz ağlıyor gibi hissedersiniz ya hani, bilin ki o an içinizdeki bir hücreniz ağlıyor. İçiniz ağlıyor sizin için, bizzat sizin için. Size üzüldüğü için. Şimdi, kendinizi üzmeden, toparlanmaya başlamadan önce bir kez daha düşünün. Yalnız değilsiniz, içinizde sizin için endişelenen koskoca bir dünya var... Senin de İzmir. Hücrelerin ağlıyor, görüyorum. Kalbin sırılsıklam. Biliyorum, acın büyük. Ama içindeki dünya ondan da büyük...

3391 KilometreWhere stories live. Discover now