ON İKİ

2.9K 316 0
                                    

Hunter Sanderson

"Adım ne demiştin?"

Hunter o kadar yavaş arkasına döndü ki o sıra bir plan yapabileyi umdu. Ama karşısındaki adamı gördüğünde planını oluşturamadığını anlıyordu. Yanlardan çıkan uzun saçlarını siyah bir bereyle örten mavi gözlü adam uzun parmaklarını keçi sakalına götürüp düzelterek Hunter'ı süzmeye başladı.

Hunter da onu.

Yanağında kocaman bir kesiğin ardında bıraktığı izi ve üstünde biraz önce karıştırarak dağıttığı evin tozu vardı. Tişörtü belinin bir yerine toplanmıştı. Hunter oraya hızlı bir bakış atarak silahını gördü. Zaten adam da görmesi için sık sık ellerini kemerine yaslıyor, sırıtarak ondan korkmasını söylüyordu.

"Bana adını söylemeyecek misin?" dedi pis bir sırıtışla.

"Normalde olsa söylerdim," Hunter sakinliğini korumaya çalışıyordu. "ama sanırım olmaman gereken bir yerdesin."

Adam zorla çıkardığı boğuk bir kahkahayla, "Sen misin?" dedi. "Olması gereken yerde olan?"

"David'le ne işin var?" dedi Hunter. Lafı dolandırmaktan nefret ederdi ve zaman kazanmak için söylediği şeyler de onu bileğine bağlı bir kaya misali aşağı çekiyordu.

"En çok neyden nefret ediyorum biliyor musun?" dedi adam dudaklarını yalamadan önce.

Hunter iç çekerek, "Bilmiyorum." dedi. "Korkarım umrumda da değil."

"Oh, korkmalısın da." Adam Hunter'ı yakasından boğulacak kadar sıkı bir şekilde tutup çekti. Boşta kalan eli çoktan silahını bulmuş, Hunter'ın şakağına dayamıştı. "Sorularıma soruyla cevap verilmesinden nefret ederim." diye bağırdı adam. Nefesinin kokusu Hunter'ı silahtan daha çok sarsmıştı. "David nerede? Bana salağı oynama!"

Hunter omuzlarını oynatacak kadar alanı olduğu için bunu tüm umursamazlığına eklemişti. "Ben de sana soracaktım. Gerçekten tesadüfler peşimizi bırakmıyor."

Boğazı daha çok sıkıldığında Hunter yutkunamıyordu bile. "Seni şuracıkta öldürsem o yüceye güzel bir mesaj bırakmış olurum, değil mi?"

Hunter nefes almak için ağzını kıpırdatıyordu. Gözleri kocaman açılmıştı ve yüzünün kırmızıya dönen halini hissedebiliyordu.

"Ne dedin?" Ellerini daha çok sıkarak Hunter'ın konuşmasını bekler gibi kulağını ona doğru eğdi. "Korkarım seni duyamıyorum."

Hunter amansızca nefes almak için çırpınıyordu.

"Nerede o?" dedi yine. Bu sefer konuşacağını düşünerek elini bir nefeslik gevşetmişti.

"Eğer beni burada öldürürsen, inan bana David sana teşekkür eder."

Dayanılmaz nefesi Hunter'ın suratına tokat gibi çarparak, "Düşman numaranı yiyecek gibi mi duruyorum?" diye bağırdı ve gevşettiği elini tekrar sıkarak silahın namlusunu şakağına var gücüyle bastırdı. "Konuş! David'i nereden tanıyorsun?"

"Kon- Konsey." Hunter konuşmak çabalıyordu.

Adam, "Nihayet bir yerlere varıyoruz." diyerek elini Hunter'ın boğazından çekti.

Ciğerlerini derin bir nefesle rahatlatmaya çalışırken Hunter ellerini boğazına götürdü. İki üç kere yutkunmakta zorlanmıştı ve bunun tekrarlanmaması için başına dayalı silahı bir nebze olsun ciddiye almaya başlıyordu.

Titreşimlerin eşlik ettiği telefon melodisi araya girdiğinde Hunter derin nefesi o zaman almıştı. Adam silahı daha sıkı tutup Hunter'ın harket alanını esir aldığını bir kez daha hatırlatırken telefonu kulağına götürdü. Hattın diğer ucundaki kişiye çalışıyor olmalıydı; durum hakkında rapor verdi. Evin boş olduğundan ve David'in iz bırakmadığından bahsetti.

Ama Hunter hakkında en ufak bir şey söylememişti.

Ve nedenini kendince bir sonuca yoran Hunter'ın birkaç derin nefes daha alması gerekiyordu.

Konuşma bitti. Kısa sürmüştü. Adam ne yaptığını biliyor gibi gülümsedi. Bu Hunter'ı daha çok endişelendirmişti. "David ne zaman kulübesine döner?" dedi tetikte duran parmağını oynatarak.

Bir kez daha, "Bilmiyorum." dedi Hunter. "Neden buradasın onu da bilmiyorum ama benim de David'e ihtiyacım var. Yardımcısı olsaydım burada olmadığını bilir, boşu boşuna evi aramaya gelmezdim, değil mi?"

Beyni elindeki silahla aynı işlevde çalışan adam durup düşündü. Artık Hunter onun güçlü olduğu kadar iyi düşünemediğini biliyordu.

"Mantıklı konuşuyorsun." Dilini iğrenç bir görüntü sergileyecek şekilde dudaklarında dolaştırıyordu. "Ama yine de seni öldüreceğim."

Hunter adam ne kadar beyinsiz olursa olsun onu kandıramayacağını anlayarak kendisine doğrultulan silahı hızlıca tuttu. Bileğini burkarak silahı ondan alırken çabuk düşünerek adamın karnına -kaçmak için boşuk yaratacak kadar- sert bir tekme attı. Küfürler yağdıran adam evin içindeki herşey kadar eski olan masaya çarpıp kırılmasına sebep olmuştu.

Hunter elindeki silahla ne yapacağını bilemez halde evden çıktı. Araba anahtarlarını araken parmak izine sahip bu silahın kaç kişiyi öldürdüğünü düşünmemeye çalışıyordu.

"Kaçabileceğini mi düşünüyorsun?" Adam Hunter'ın elindeki anahtarları düşürmesini sağlayacak kadar yüksek bir sesle kükremiş, adrenalinin tavan yapmasına neden olmuştu. İkisi de biliyordu ki silah onda olmasa bile Hunter'ı tek eliyle boğabilecek kadar güçlüydü.

Aralarında iki metre kalmıştı. Hunter yere eğilip anahtarları alsa bile kilidi açtıktan sonra arabaya binip motoru çalıştırana kadar ölmüş olurdu. Onun yerine elindeki silahı adama doğrulttu. "Yakalaşırsan nasıl kaçtığımı göremeyeceksin." dedi zar zor nefes alarak.

"Sen- Sen," Kahkahasının az önce bağırdığı kadar yüksek olduğuna yemin edebilirdi Hunter. "Sende o yürek olduğunu mu sanıyorsun?" Bir kez daha gülmüştü adam. "İlk fırsatta kaçıyorsun ama beni vuracaksın, öyle mi? İşte şimdi korktum!"

Düşünmeden Hunter'a doğru bir adım atınca, "Yaklaşma," diye yineledi Hunter. Yanına gelecek olursa öleceğinden emindi. Sonunda kaybedecek bir şeye sahipti ve uzun zaman sonra ölmekten ilk kez korkuyordu.

"İstiyorsan durdur beni." Adam yürümeye devam etti.

Hunter ulaşılmasına ramak kala iki el ateş etti. Kurşunların hedefini bulacağından emin olduğu anda gözlerini kapatmıştı. Rüzgar burnuna dolan barut kokusunu götürmeden önce kulakları sertçe yere çarpma sesiyle irkildi.

Bu hissi unuttuğunu sanıyordu fakat birini öldürmenin verdiği dehşet hala oradaydı. Sadece Hunter onu gün yüzüne çıkarmıştı o kadar. 

Canlanma (3)Where stories live. Discover now