YİRMİ SEKİZ

3.2K 251 9
                                    

Lillian duyduğu seslerle kendine geldi. Ya da duyduğunu sandığı mı demeliydi? Uykusunun ortasında uyanma sorunu sürekli oluyordu ve bundan sıkılmaya başlamıştı.

Bazen durduk yere yerinden sıçrıyor, rüyasında bile görmediği bir nedenden dolayı reflekslerinin çalışmasından nefret ediyordu.

Seslerin gerçek olup olmadığını anlamak için gözleri kapalı halde birkaç saniye bekledi. Sessizlik geceye hakimdi ve kafayı sıyırmaya bir adım daha yaklaştığını düşünerek yatakta döndü.

Bu sefer gözlerini açmıştı ve elinde olmadan sırıttı.

Elliot'ın saçları yastığın her yerine dağılmıştı ve üç gün uyuyabilecek kadar derin bir uykuya dalmıştı. Yastığına sarılmış, yanağını üst kısmına gömmüştü. Lillian karanlıkta bile beyaz kirpiklerini seçebiliyordu; bu daha çok sırıtmasına neden oldu.

Derken aynı sesleri tekrar duydu. Bu sefer nereden geldiğini ve kim olduğunu kesinlikle anlamıştı.

Ev yıkılsa bile Elliot'ın uyanmayacağını bildiği için aceleyle kalktı. Bir de onu rahatsız etmemeye çalışmak gibi bir zaman kaybı olmadığı için şanslıydı. Odadan çıkarak merdivenleri hızlı adımlarla indi. Hunter koltukta uyuyordu ama Alex'in olması gereken kısım boştu ve bu Lillian'ın paniklemesine neden olmuştu; Alex giderse tedaviyle beraber birçok cevaba elveda diyebilirlerdi.

Kızı aramak için harekete geçecekken Alecia'yı yatırdıkları odanın kapısı sonuna kadar açıldı. David kaskatı bir şekilde dışarı çıkarken Lillian'a bakmamıştı bile. Hunter'ın yanından geçerken de göz ucuyla etrafındaki hiçbir şeye bakmadı. Ama ona verilen odaya yöneldiğinde eli kapının tokmağında kalmıştı.

Aniden Alex'in olması gereken boş koltuğa bakarak, "Kız nerede?" diye sordu.

Lillian sesli düşünmek gibi garip alışkanlığını sürdürürken adamı izlemekle kalmıştı ve cevap alamayan David ona bakınca sorunun aslında kendisine olduğunu anladı. "Bilmiyorum." dedi umursamazca. (Aslında deli gibi merak ediyordu.) "Ben de bir bakayım diyordum."

"Seslere uyanıp buraya kadar gelen birine göre fazla umursamazca rol kesmiyor musun?"

Lillian şaşkınlığını profesyonelce gizleyerek, "Bunu anlayacak kadar iyi bir yalancı olman sence de berbat değil mi?" diye karşılık verdi.

"Kızımı ölüme terk etmedim." David bu sefer kızmıştı. (Elbette Lillian'ın -gerçekten- umurunda değildi.) Fakat içten içe gizlediği anlamı sözlerinden çıkarması etkileyiciydi.

"O zaman konseyden ayrılalı bir iki ay olduğunda onu bırakıp gitmeni neyle açıklıyorsun?"

"Sana hesap vermek zorunda değilim." dedi sertçe adam. Anında kendini toparlayarak, "Ama mantıklı düşünen birisin." dedi. "Bunu takdir ediyorum."

"O zaman takdirine ihtiyacım olmadığını da fark etmişsindir." Lillian kollarını birbirine dolamış, David'in karşısında dimdik duruyordu. Aslında üstünde pijamadan farklı bir kıyafet olsaydı daha ciddiye alınacağını biliyordu ama bu ayrıntı adamın umurunda değil gibiydi.

"İşte bu ilginçmiş." dedi David. "Konseyde benim onayımı almak için yanıp tutuşan binlerce insan vardı."

"Burası konsey değil ve ben de o insanlardan biri değilim." Hızlı cevap verdiği için kendine sakinleşmesini emrederek Lillian derin bir nefes aldı. "Ben Alex'i aramaya çıkacağım."

Bu saçma konuşmadan ve David'in hastalandıklarını daha önceden bilip haber vermemesinin getirdiği kızgınlıktan kaçmak için Lillian acele ediyordu. Bahçeye çıkmak için üç adım atmıştı ki David, "Oliver." dedi. "Sen Oliver'ın kardeşisin. Neredeyse unutmuş olmam üzücü."

Canlanma (3)Where stories live. Discover now