11- Şansını Zorlama

48.9K 3K 140
                                    

Daha bahçe kapısından içeri henüz girmişken, salonun ışığının yanık olması ile derin bir nefes verdim. En nihayetinde Can uyumamıştı ve belki de haklı olarak uzun bir nutuk çekecekti. Kapıya ulaşmışken ben çalmadan açılması ile karşımda beliren Sibel'in bakışlarında korku görülmeyecek gibi değildi. Onun peşinde beliren Can ise öfke ile önce bana sonra da bahçeye doğru bakmıştı.

Onun baktığı yöne baktığımda hala orada olduğunu görmek buruk bir sevinç yarattı içimde. Aracından çıkmış elleri ceplerinde bize bakıyordu. Yanımdan geçen Can ona doğru ilerlerken birçok kez adını seslenmiştim, ama nafile. Ardına bile dönüp bakmamıştı.

"Sen içeri geç." dedi Sibel, çaresizce başımı sallayıp içeri girmeden son bir kez geri baktım ve son bir kez kesişti bakışlarımız.

"Ben yatmaya gidiyorum." diyerek bir kaç adım daha atmışken, zorlandığımı gören Sibel'in dudaklarından dökülen ismim ile salonun ortasında öylece kalakalmıştım.

"Ayaklarına ne oldu?"

"Cam battı Sibel, şimdi uyusam da yarın konuşsak olur mu?"

"Hiç sanmıyorum Elif Hanım." diye gürleyen ses tamamen Can'a aitti. Evet bizim boks maçımızda burada başlıyordu, bakalım ilk raundu kim kazanacaktı.

"Can yarın." dedim ve arkamı dönerek aksayan bir şekilde yoluma devam ettim. Canım fazlasıyla yanıyordu, konu bir de ayaklarım olunca ruhumda acıyordu. Ama Can'a ya da Ali'ye yenilmemek için en azından bugünlük acımı es geçmeliydim. Ne de olsa yarın en güzel bakımları uygulatır ve en kısa sürede topuklularıma kavuşurdum.

"Babanı aradım." dedi ve tam da merdiven tırabzanlarına değmek üzere olan elim havada asılı kalmıştı. Yalan söylüyordu, böyle bir hainliği yapamazdı. En azından kendi menfaati için yapmamış olması gerekiyordu.

"Hiç komik değil." dedim ağrımayan tek yer olan topuklarım üzerinde dönerken.

"Çünkü şaka değil." dedi bir kaç adımda dibimde biterek.

"Akşamki kıyafetin üzerinde yok, ayakların çıplak ve sargılı, bu da yetmezmiş gibi sabaha karşı tehlikeli bir adamla eve geliyorsun. Sanırım babanı aramakla en doğrusunu yaptım."

"Tehlikeli dediğin adamı daha düne kadar izlemek için can atıyordun ve emin ol o adam senden daha güvenilir. Şu işe bak dost dediğim sırtımdan vurdu, lanet olsun. Can ne halt yediğini bilmiyorsun, yarın karakola gidip ifade vermem gerekiyor ve sen her şeyi mahvettin."

"Ne ifadesi kızım, ne iş açtın başına." derken koluma yapışan eli canımı yakmış, ayağımın ağrısına bir de o katlanmıştı.

"Çek elini hayvan, daha sana bir şey söyler miyim sanıyorsun."

"Kızım anlat adamı sinir etme."

"Sinir olsan ne olur be, ateş olsan şeyin kadar yer yakarsın. Şeyin işte, unuttum her neyse."

Ben sözümü henüz bitirmişken kahkahası odayı kaplayan Sibel'e yolladığım ölümcül bakışlarım adresine ulaşmış ve genzini temizleyerek sesini kısmıştı. Gerçi kısmasaydı, volüme ayarlarıyla oynamaya niyetlenmiştim, ama akıllı kızdı ve arkadaşını iyi tanıyordu.

"Ben şimdi çıkıp toparlanıyorum. Yarın babam buraya gelir ve büyük ihtimalle her şeyi öğrenir. Bunun sonu da İstanbul'a dayanır, ev cezaları da cabası. İşte tam da bu yüzden gözüme gözükmeyin. Alın evi tepe tepe kullanın vıcık vıcık sevginizle."

"Ama Elif benim ne suçum var." diyen Sibel'in takınmaya çalıştığı masumane tavıra kanmayacak kadar tanıyordum ikisini de. İsteseydi sevgilisini durdurabilirdi iki işve bir cilve yardımıyla. Belki o da korkmuştu, bilemiyorum ama beni soktukları durum içinden çıkılır gibi değildi.

Demir YumrukWhere stories live. Discover now