30. Kafes Dövüşü

38.6K 2.4K 490
                                    

Üzerimde gümüş rengi taşlarla bezeli beyaz büstiyerim, ayağımda siyah ince topuklu botlarım, bunlara tezat yaratmak için yeryüzüne indirilmiş şalvar çakması eşofman... Sanırım moda dergilerine yüzyılın rüküşü olarak adımı yazdırabilirdim. Fakat şans şu ya burada modanın m'si bile yokken, gazetecilere rastlamayacak olmanın rahatlığı içerisindeydim.

Kapıyı açtım ve dışarıya adımımı attım. Karşımda dikili dört erkek... En delisinden Dumrul, yeğen sahibi olamamış dayı, kılsız Cengo ve gri gözlü Alim. Hepsi birden gözleri ile beni süzmüş ve hepsi birden dudağını dişlemeye başlamıştı. Hele Cengo'nun o ağzına kapanan eli yokmuydu? Parmak aralarından sızan kaba gülüş ile gözlerimi onun üzerine dikmiş ve parmağımı tehditle havaya kaldırmıştım.

"Güleni..." dedim öfke ile tıslarken parmağımı her birinde gezdirdim. "Güleni bütün gün dilimle döverim."

Cengo sözümün ederini bildiğinden elini azından çekerek dudaklarını birbirine bastırmış, ardından ellerini sorun yok der gibi havaya kaldırmıştı. Dayı denilen adam Ali'min omzuna vurarak çıktığım odaya girmiş, köprüsü yıkılan Dumrul ise dibimizde dikilmeye devam ediyordu.

"Ne var Deli Dumrul, kuru yerde köprü mü yıkıldı ya da daha önce hiç şalvarlı fare görmedin mi?" derken Ali'min sert göğsüne sinerek, birbirinden bağımsızca oynayan kaş ve göz ikilisi ile adama gözdağı vermiştim.

"Estağfurullah yenge." diyerek, koca cüssesini gölgelik etmekten alıkoymuştu sonunda. O fareden korkan fil yavrusu gibi uzaklaşırken, ardından tebessüm etmeden duramamıştım.

"Nedir bu fare, köprü meselesi?" dedi ve saçlarımın üzerine dudaklarını bırakarak uzunca bir öpücük bahsetti grilerine öldüğüm.

"Deli Dumrul hikayesini bilmez misin? Şimdi sana Dumrul'un nasıl susuz yola köprü yaptığını insanları üzerinden nasıl paralı geçmeye mecbur bıraktığını, Azrail'in Dumrul'dan canını istediğini, annesinin babasının vermediğini..."

Daha uzun uzadıya kurduğum cümlenin yarısına gelmemişken, dudaklarımı kapatan iki parmağı ile gözlerimin içine susmamı ister gibi bakıyordu. Hala daha dudaklarımın üzerinde parmakları varken, boğuk çıkan sesim ile son cümlemi söylemiştim, ki söylemezsem içimde kelime yığını olarak bir tepecik oluşturabilirdi. "Anlatmak isterdim ama şimdi sırası değil diyecektim."

Usulca parmakları dudaklarımdan çeneme indi ve etrafı kolaçan eden gözleri en son gözlerimde son buldu. Çenemi tutan parmakları beni kendine çekerken, dudaklarımı büzerek uzatmış ve gözlerimi kapar duruma getirmiştim. Dudaklar arasındaki kısa mesafe uzun bir zaman dilimine dökülmüş ve o pembe sulu dudaklar yanağıma konmuştu. Ama bu haksızlıktı, yanaklarım baldan tatlı olabilirdi, öpülmeye doyulmayan bir yumuşaklığı da olabilirdi, fakat bu dudaklar o öpücüğe kendini çoktan hazırlamıştı. Ayrıca dudaklarımın yanaklarıma atacağı açık ara farkın elbette o da bilincindeydi. Tek amaç Elif'i bir adet kudurtma çabalarıydı.

Gözlerimi açtım ve dudaklarımı bu defa hüzünle büzdüm, hatta bir nebze sarkıtmış dahi olabilirdim. "Hainsin, zalimsin, hatta..." dedim derin bir nefesi burnumdan verirken. "Hatta... Alim ya ben sana kızamıyorum sen bana nasıl kıyıyorsun?"

"Güzelim burası ne yeri ne de zamanı. Hem merak etme şu dövüşü bir atlatayım, ceza olarak bol bol öpeceğim seni."

"Böyle cezaya can kurban." derken o son kelimeyi nedensizce uzatarak bir adet abaza Elif moduna geçiş yapmış benden üretime vermiştim. Adam fabrika ayarlarım ile öyle bir oynamıştı ki, adeta içerimdeki bütün ücretli içerikler silinmiş gibiydi.

Koca bir tebessümün ardından beyaz dişlerini sergileyerek kolumu sıvazladı ve arkamda birine parmakları ile gel işareti yaparak tekrar yüzüme baktı. "Şimdi benim maça çıkmam lazım. Sen uslu bir kız olup Cengo'nun yanından ayrılmayacaksın, anladın mı?" derken son kelimeyi üzerine basa basa söylemişti. Anlamıştım herhalde canım sonuçta bu ortamda kendime mukayyet olamam, olamıyorsam da olabilecek Cengo'yu yanımdan ayırmamam gerekiyordu.

Demir YumrukWhere stories live. Discover now