04 OCAK

2.4K 278 144
                                    

    Violette'den kalan zamanımda sık sık kitapevindeydim. Arjin görünmez zincirlerle bağlanmış, bana doğru koşmak istiyor ama yapamıyor gibi davranıyordu. Gözleri beni aşkla sarmalıyorken bedeni benden saklanıyordu. Bana doğru geliyordu, tohumun güneşe kavuşmak için toprağı delmesi gibi, bir yandan da köşe bucak kaçıyordu. O iri ve güçlü vücudunun ardında çektiği acılardan hapsolmuş özgür bir ruhu vardı. Bu çelişkili tavırlarına rağmen iyi arkadaş olmuştuk. Tabi bunda biraz benim ısrarcı tavırlarım etkili oldu. Ona kalsa hiç tanışmamayı tercih eder bir havadaydı. Benden ne kadar uzak durmaya çalışda içinin kor gibi yandığını görebiliyordum. Çünkü gizli gizli beni izlediğini farkındaydım.  

    Vaktimizi hep kitapevinde geçiriyorduk. Kitapevine gittiğimde taze sıkılmış portakal suyu ve tarçınlı kekimi getirir benimle birlikte küçük sedire kurulur ve saatlerce sohbet ederdik. Ben anlatan o dinleyen, iki tanıdık olmuştuk son zamanlarda. Yanımdayken avuçları terliyor, yüzümü okşamak için alıkoyduğu ellerini nereye koyacağını bilemiyordu. Bana karşı koyamadığını anlayabiliyordum.

    Aslen İranlıymış Arjin. Çok güzel bir köyde doğmuş. "Palanganlıyım ben. Dağ'ın yamaçlarına merdiven gibi dizilmiş evleri ile eşsiz bir köydür benim doğduğum yer . Çocukluğum palangan'da geçti. Kamyaran'a çalışmak için gittim. Ama ailem terörist bir saldırıda katledilince İstanbul'a geldim." diyerek kısaca anlatmıştı hayatını. Ne kadar ısrar etsem de diğer sorularıma cevap vermiyordu. Kapalı bir kutuydu. Sormaktan çekiniyordum, kendisini benden daha çok kaçırmasından korkuyordum. Ben ona tutulmuştum, ruhumun derinliklerinde hissettiğim o enerji bana tekrar yaşama gücü vermişti. Arjin'in bakışlarındaki aşk yeniden diriltmişti beni.

       Beraberken daha çok benden bir de kitaplardan konuşuyorduk. Violette'nin yanında neden çalıştığımı anlamadığımı söyleyip duruyordu. Bir keresinde;

    "Senin gibi zeki biri nasıl olurda böyle bir işi yapar. Leyla sen yazmalısın. Ben kesin okurum seni" demişti. Ben ise ona Violette yi sevdiğimi söylemiştim. Sahi ne kadar sıkı dost olmuştuk onunla. Benimle eşi hariç diğer tüm konular hakkında çekinmeden konuşabiliyordu Violette.

                        &

   4 Ocak akşamına beni biriyle tanıştıracağını, yazmama yardımcı olacak birine ihtiyacım olduğunu söylemişti Arjin.  Violette ile balkondaki sohbetimiz bitmek üzereydi. Zaten bütün sohbet  boyunca aklım Arjinle olacak olan buluşmamızdaydı. Derin düşüncelere daldığımı farkeden Violette;

  "Leyla, buraya geldiğinde çok mutsuz görünüyordun. Malheureux tatlım. Ama şimdi gözlerinde umudu görüyorum."

    "Bilmiyorum. Violette. İnan bende bilmiyorum. Alışmaya çalışıyorum sadece bu"  diyip geçiştirmiştim. Ama her halimden anlıyordu bendeki  çözülmeyi. Onunla vedalaşıp Arjin ile buluşmak için sabırsızlanıyordum.
                                                                                  &

    Beni Ortaköy'de tarihi denilebilecek kadar eski bir evin kapısına götürdü. Ahşap kapının önünde bir müddet dikildik. İlk defa görüyormuşçasına merakla bakıyordu. Kapıyı çok da genç olmayan bir kadın açtı.

   "Yukarıda. Seni ve bu hoş bayanı bekliyor" dedi.

     İçeri resmen koşar adımlarla girdik. Aniden durakladı bana baktı ve elimi güçlü ellerinin arasına aldı. Bunu yapması Arjin için çok büyük bir adımdı. Derin bir ormanı andıran yeşil gözlerindeki pırıltı beni daha da heyecanlandırmıştı.
   İçerisi de tıpkı evin dışı gibi antika kokuyordu. Ahşap merdivenlerden elim ellerinde üst kata çıktık. Epey yaşlı diyebileceğim biri sallanan sandalyede oturuyordu. Geçkin yaşına karşın oldukça dinçti. Gözlüklerini indirip, gülümseyerek bizi süzdü.

   "Hoşgeldin. Leyla." İsmimi nerden biliyordu ki?

   "Ben Marco. Kitabevinin sahibi. Arjin uzun zamandır benim yanımda. Onunla beraber çalışıyoruz diyebiliriz."

   Hayatımda hiç bu kadar etkileyici bir sohbetin içinde bulmamıştım kendimi. Bana kitabevinin hikayesini de anlattı. "Semtte dükkânlar arasına saklanmış Ayios fokas Rum Ortodoks Kilisesi'nin baş rahibi büyük büyük dedem olur. Bu ev bana dedelerimden yadigar. Kitabevi ise babamın bana mirası." diye özlemle anmıştı eskiyi.
                                                                                       &

   Marco'nun evinden çıktığımızda ikimizde bir müddet suskunduk. Zaten çok konuşmayı sevmezdi Arjin. Daha çok iyi bir dinleyiciydi.Elimi tutmaktan çok pişman olduğu belliydi. Bunu yüzündeki tedirginlikten anlıyordum. Beni eve bırakmayı teklif ettiğinde hayır diyemedim. Nedense hep yanında olmak istiyordum. Bana kaybettiğim ailem, yüreğimdeki cam kırıklarını temizleyen bir dost olmuştu. Kısa sürede, onu çok az tanırken nasıl oluyordu da sanki bütün ömrüm onunla geçmiş gibi hissettiğimi anlayamıyordum.

    Dairemin bulunduğu binanın önünde durduk. Bana tüm vücuduyla dönmüştü. Suratında yapmak istemiyorum ama söylemeye mecburum dercesine kaskatı bir ifade vardı.

   "Leyla. Benden lütfen uzak dur. Zira ben asla duramam. Sen benim aradığım rüyasın. Keşfetmek için çabaladığımsın. Ben dünyaları mahvettim seni ararken."

     Duraksadı. Nasıl olur da Arjin bunları söyleyebiliyordu. Ne demek istediğini yıllar sonra anlayacaktım. Yanındayken konuşmaktan çekinen Arjin. Hatta bazen benden hoşlanmadığını düşündüğüm Arjin. Beni sevdiğini mi söylüyordu?  Konuşmak için dudaklarımı araladım. Beni susturdu.

  "Benden uzak dur lütfen. Kendi bilinmezliğimin içine seni de sürüklemek istemiyorum. Leyla ben sana aşığım sonsuzdan beri. Beni anlayacağını düşünmüyorum. Ama seni koruyorum. İnan bana."

       Onu öpmek için ayaklarımın ucunda yükselmem gerekiyordu. O; her neyse ne. Benim ruhum akacak yer arayan su gibi ona akıyordu. Ne olacaksa olsun diyordu yüreğim. Çünkü ben bütün gemileri yakıp gelmiştim İstanbula. Ve şimdi tek gerçeğim oydu. Acı çekeceksemde onun için çekmeye razıydım.

   Uzandım ve dudaklarına dudaklarımı kondurdum gözlerimi kapayarak. Çünkü beni ittireceğinden emindim. Ama O, öpücüğüme karşılık verdi. Belimden sıkıca sarıldı. Sanki çölde susamış birinin kana kana su içmesi gibi öptü dudaklarımı. Dudaklarımız birbirine değdiğinde ruhumuz geri dönülmez derecede kenetlendi birbirine.

   Beni yere indirdiğinde ikimizde titriyorduk. Ona baktım. Ağlıyordu. Oysa ben ne kadar da mutluydum. Onun böyle içten ağlaması yüreğimi ezip geçmişti. Bilmediğim bir derdi vardı. Öğrenecektim bir şekilde.

      Çöktük dizlerimizin üzerine beraber ağladık. Ellerimle keskin elmacık kemiklerini sildim. Suratında yontulmuşçasına mükemmel duran burnundan öptüm. Karların üzerinde ne kadar oturduğumuzu bilmiyorum. Ama artık karışmıştık birbirimize hemde sonsuza kadar.

YAŞAM ATEŞİMWhere stories live. Discover now