11

533 58 36
                                    

"bana düşman olma lütfen Ayza. Yapman gereken çok iş var. Hadi işinin başına dön!" her an masanın üstünde duran şamdanlardan birini alıp Halite saldırabilirdi.

Bana yaptığı şeyden sonra onu öldürmek için gün sayıyordum. Yeni bir müşteri gelmişti. Bedenim çok yorgundu fakat Medyum Lâl beni yapmam için zorluyordu.

Genç bir adam, ölen sevgilisi için buraya gelmişti. Sevgilisinin yüzüğünü masaya bıraktı. Bu işi yapmak için kendimi zorlamak zorundaydım. Elimi kolumu bağlamışlardı çünkü.

Bir Hafta Önce:

Halitin gönderdiği adrese gelmiştim. Burası bir mezarlıktı fakat etrafta arada bir rastladığım evler de vardı. Sanırım kızı, bu evlerden birinde saklıyordu. Kendisini burada beklememi söylediği için hiçbir yere ayrılmamıştım.

Karanlık çökmüştü ve ben oldukça korkuyordum. Gerçi kim karanlıkta tek başına bir mezarlığın önünde beklerken korkmazdı ki? Kış aylarına yaklaştığımız için hava oldukça serindi.

Ellerimi nefesimle ısıttım ve soğuktan kızaran burnumu da ısınması için nasiplendirdim. Kaldırıma oturdum ve bekledim. Beni kandırdığını düşünmeye başlamıştım. Sanırım gelmeyecekti.

Mezarlık bekçisinin kulübesi direkt karşımda olduğu için korkumu biraz olsun bastırmıştım. Gözüme vuran ışıkla ellerimi yüzüme kapattım. Gri bir araba durdu önümde ve Halit arabadan indi.

"bu kadar bekletmek istemezdim ama sevgili ablam biraz hasta olmuş. Tabii sana da çok selamı var." gereksiz ve itici samimiyeti midemi bulandırmaya yetmişti. Çantamı sırtıma taktım ve ayağa kalktım.

"Baybarsın kardeşi nerede?" gözüm arabanın içindeydi "sana da merhaba Ayza." şüphe etmiyor değildim ama şu an güvenmekten başka çarem yoktu. Arabasının kapılarını kilitledi ve kolumdan tutup beni mezarlığın girişine yönlendirdi.

"benimle oyun oynamayı bırak! Nereye gidiyoruz?" bekçi bizi durdurdu "bu saatte giremezsiniz. Geri dönün!" elinde tuttuğu feneri Halitin yüzüne çevirdiği zaman adamın sesi kesildi ve birkaç adım geriye gitti "buyurun geçin efendim."

Kolumu sıkıca tutmuş bırakmıyordu "nereye götürüyorsun beni?" aptal kafam! Nasıl güvenmiştim ben böyle bir adama? Bana yapabileceği şeylerin listesi aklımda yer ederken daha çok çırpındım. En sonunda durdu ve bana döndü "sözümü tutacağımı söyledim. Şimdi seni Baybarsın kız kardeşinin yanına götürüyorum."

Daha fazla ileriye gitmek istemiyordum "o buraya gelsin." dedim öfkeli bir şekilde. İçinden bir şeyler geçirdiğini anlamıştım "o buraya gelemez çünkü senin, onu ağabeyine götüreceğinden haberi yok. Ona da sürpriz olsun istedim."

İçimden bir ses inanma diye haykırıyordu fakat ben peşinden gidecektim "tamam öyleyse. Hadi gidelim." onunla birlikte yürüyordum fakat birkaç adım gerisinde kalarak çantamdan, demir tırnak törpümü çıkarmıştım. Nasıl olsa Baybarsı arayıp buraya sesleyecektim. Biraz erken gelmesinde bir sorun olmazdı.

Hem kardeşiyle daha çabuk kavuşur düşüncesi ile telefonumu çıkardım ve Baybarsın kurduğu bir program sayesinde tek tuşla ona acil yardım mesajı gönderdim. Halit fark etmeden telefonumu geri koymuştum.

Durdu ve arkasını döndü "ee bir hoş geldin yok mu, güzel Ayzamıza?" bir mezara bakarak konuştuğunu anladığım zaman asıl gerçek, acı bir şekilde beynime yerleşmişti.

Konuştuğu mezara doğru yaklaştım ve telefonumu çıkarıp ışığını yaktım. Işığı, mezar taşının üstüne tuttuğum zaman göz yaşlarıma engel olamamıştım. Mezar taşında yazan "Hâyal Hüroğlu" yazısı nefes almamı engelliyordu.

ESİR RUHLAR ALEMİWhere stories live. Discover now