24. Bölüm: Hayınlık

17.1K 883 154
                                    


Acıkmıştık, o yüzden ilk durağımız Eminönü'nde balık ekmek yemek oldu. Yanına da bir bardak acılı şalgam! Oohh... gel keyfim gel. Karnımızı bi' güzel doyurduktan sonra tarihi Mısır çarşısını gezmeye başladık. Çok kalabalıktı, yerli ve yabancı turistler cirit atıyordu. Elimi Asmin'e uzatıp "Elimi tut kaybolursun yoksa," dediğimde ikiletmeden elimi tutunca teninin sıcaklığı içimi gıdıkladı. Yol boyunca müşteri çekmek için ikram edilen lokumları, pestilleri tabii ki de geri çevirmedim, hepsinin tek tek tadına baktım. Çarşıdan çıkacakken uzatılan son tepsiye de elimi uzatınca "Ezman kocacığım bence yeter artık yeme onlardan," diye uyaran karıma sorgulayarak baktığımda kulağıma doğru eğilerek "Baklava dilimlerini düşün, sarkacaklar bu gidişle," deyince ağzıma tıkıştırdığım narlı lokum boğazımda kaldı. Genzime kaçan parçacıkları çıkarmak için refleks olarak öksürmeye başladım. Asmin telaşla sırtıma vuruyordu ama fayda vermiyordu. Sanki o vurdukça boğazımdaki lokum daha da tıkıyordu nefes borumu. Kısa bir süre sonra nefes almak bayağı zorlaşmıştı. Tek elimi havaya kaldırarak Asmin'e durması için işaret ettim diğer elimi de boğazıma götürdüm. Yanımızdan geçen iri yarı Alman bir turist ne kadar zor durumda olduğumu farketmiş olacak ki bana arkadan sarılıp gövdemi kavradı. Bir el yumruk yapıp başparmak çıkıntısını midemim üst kısmına, göğüs kemiğimin altına gelecek şekilde koydu. Diğer eli ile yumruk yaptığı elini kavrayıp kuvvetle arkaya ve yukarı doğru bastırdı. Bu hareketi beş kez tekrarladıktan sonra boğazımdaki lokumdan kurtulmamla derin derin solumaya başladım. Ben kendimi toparlamakla meşgulken Asmin "Sen kocama nasıl sarılırıp arkadan kaktırırsın be adam!" diyerek yaygara koparmaya başlamıştı. Adam "I've just helped him!" (ben sadece ona yardım ettim) dese de Asmin'in sakinleşmeye niyeti yoktu.

Asmin'e adamın hayatımı kurtardığını anlatmalıydım fakat konuşacak durumda değildim, elimi  diz kapaklarıma yerleştirmiş nefesimi toparlamakla meşguldüm. Neyse ki lokum ikram eden satıcı "Abla adam eşinizin hayatını kurtardı, teşekkür edeceğiniz yerde bir de kızıyorsunuz," demesiyle Asmin susup mahçup bir şekilde Alman turiste baktı. Elini ona doğru uzatarak "Teşekkür ederim ve özür dilerim," dedi mahçup bir ses tonuyla. Alman elini uzatıp karımla tokalaşırken "No no, no teşekkür, benim görev," dedi kırık bir Türkçe'yle. Asmin gülerek "Aaa siz Türkçe biliyor musunuz?" diye sorduğunda Alman turist gülerek karşılık verdi. "Almanya'da çok Türk var. Ben öğrendi."

"Türk arkadaşlarınız da var mı?"

"Yok ama Türkler güzel çok. Siz de çok güzel," dediğinde "Laaan bu sarı kafa karıma mı yürüyor yoksa," diye düşünerek yerimde doğrulup karıma sahiplenerek sarıldım. Kabalık etmemek için Alman turiste elimi uzatarak kendimi takdim ettim.

"Merhaba ben Ezman, hayatımı kurtardığınız için teşekkür ederim."

"Merhaba ben de Karsten."

Bakışlarımla Asmin'i göstererek "Bu da karım," dedim.

Alman kaşlarını kaldırarak "Karım? Anlamadı ben?" deyince sesimin tonunu istemsizce biraz yükselterek "Karım, yani my wife... my wife," (benim karım... benim karım) dedim Asmin'i kendime doğru biraz daha çekerek.

"Ha anladı ben, you two are married," (Siz ikiniz evlisiniz) dediğinde başımı onaylayarak salladım. Bunun üzerine sanki özellikle beni tahrik etmek istercesine bir de "Karınız çok güzel" demesin mi? Ardından siz de çok güzel dediğini önemsememiştim bile.

"Ulan Kars'tan mısın Mars'tan mı bilmem ama... Sana ne lan bizim karımızdan!" diyen iç sesimle birlikte yumruğumda şaha kalkmıştı ki "Bu da benim karım," diyerek yanındaki kısa boylu zayıf cüsseli adamı gösterince havada kalan elimi saçlarımın arasına götürdüm. Şaşkın bir ifadeyle "Siz ikiniz... Yani siz evli misiniz?" diye sorduğumda "Evet yeni evlendik ve balayındayız, dünya turu yapıyoruz," dedikten sonra Karsten yani dahag doğrusu Kristen yanındaki adamın omuzuna kolunu atıp onu kendine doğru çekti. Bu beni rahatlatmış mıydı yoksa daha mı huzursuz etmişti bileyordum. Sohbeti özellikle kısa tutup yanlarından ayrıldığımızda otelin bizim için ayarladığı arabayla kız kulesine doğru yola çıktık. Yol boyunca aklımı kemiren tek bir soru vardı. Eğer bu Karstın, Kristen ise, beni ilk yardım yapıyorum ayağına taciz mi etmişti?

Asmin eliyle yüzüme dokunup "Neden bu kadar düşüncelisin?" diye sormasıyla daldığım düşüncelerden çıkıp bana boncuk boncuk bakan zümrüt yeşillere baktım. "Hiç öylesine, bugün neredeyse boğularak ölecektim, onu düşünüyordum," dedim.

"Evet iyi ki de o Alman yetişip seni arkadan kavradı," dediğinde onun adı Heimlich manevrası Asmin," diyerek düzeltme yaptım.

"Hayınlık manevrası da nedir?" diye soran Küçük Berdelim'e, "Üst solunum yolu tıkanıklıklarını tedavi etmek için kullanılan ilk yardım prosedürüdür," diyerek açıklama yaptım.

"Ha... yani o adam sana hayınlık yapmasaydı ölür müydün?"

"Ölebilirdim belki de."

"O zaman iyi ki o adam sana sarılıp hayınlık yapmış Ezman, sen ölseydin eğer..."

"Evet ben ölseydim sen törenin esaretinden kurtulmuş olacaktın değil mi?" dediğimde "Hayır! Allah korusun! Sana bir şey olsaydı ben yaşayamazdım," diyen Küçük Berdelim'in sözlerinde ciddi olup olmadığını anlamak için gözlerine baktım. Hiç de benimle alay eder bir tavrı olmadığını gördüm. "Ne yani Asmin o zaman beni..."

"Evet! Evet! Bu kız seni seviyor oğlum!"

Olabilir miydi gerçekten? Asmin törelerin bizi mecbur ettiği bu ilişkiye rağmen beni seviyor olabilir miydi?

"Neden olmasın! Sen bugün ondan hoşlandığını itiraf edecektin nerdeyse... o da seni sevmiş olamaz mı?" diyen iç sesim adeta beynimden geçenleri okumuştu.

Onun beni sevme fikri nedense beni çok mutlu etmişti ama yelkenleri suya indirmeden emin olmalıydım bundan. Yüzümü öne eğip ellerimle oynamaya başladım. "Asmin..." dedim tereddüt ederek.

"Hani sen bana 'Sen benim mecburiyetim değilsin, seçimimsin' demiştin ya..."

"Bak hele nasıl da unutmamış."

"Hııı..." diye mırıldanarak yeşillerini pencereden akıp giden manzaraya sabitleyince bu işime geldi. Cesaretimi toplayarak konuşmaya devam ettim.

"Eğer berdel kararı çıkmamış olsaydı, biz seni Allah'ın emri peygamberin kavliyle istemeye gelseydik... ve sen beni ilk o zaman görseydin... ne düşünürdün hakkımda?"

Küçük Berdelim çoşkulu bir ses tonuyla "Çok güzeeeel!" diye bağırınca şaşkınlık içinde işaret parmağımla kendimi göstererek "Kim? Ben mi?" diye sordum.

"Hayır sen değil! Kız kulesi! Bak orada!" diyerek denizin ortasında bir kız gibi süzülen kuleyi gösterdiğinde yüzümü düşürerek işaret ettiği noktaya baktım. Dinlememişti beni.

Arabayı uygun bir yerde sağa çekip park ettim. Arabadan inip kıyıdaki motorlardan birine doğru yürürken Asmin arkamdan koşarak yetişti bana ve elimi tuttu.

"Seni ilk o zaman görmeyecektim ki, ben seni zaten daha önce bir düğünde de görmüştüm," deyince dudaklarım yine yana kaymaya başladı. "Ne yani dün akşam anlattıkların," derken sözümü yarıda kesip "Kısmen doğruydu," dedi.

"Seni o düğünde ilk defa görmem doğruydu... seni yakışıklı bulmam... doğruydu... fakat gerisi kader kısmet. Sonradan olanlarla benim alakam yoktu," diyerek bir itirafta bulundu.

İçim kıpır kıpır olmuştu. Karnımda sadece kelebekler değil bütün uçan böcükgiller kanat çırpıyordu adeta.

Sırıtarak karıma baktım. Sıcacık elinin ısısı tüm bedenime yayılırken "Sence ben yakışıklı mıyım?" diye sordum. Utanarak başını öne eğmek yerine "Evet!" diye şakıdı. Cevabıyla sesli bir kahkaha atarken "Sence ben güzel miyim?" diye sorduğunda ben de aynı şekilde "Evet, hem de çok güzelsin!" diye şakıdım. Cevabım onu muylu etmiş olacak ki benimle birlikte gülmeye başladı. Mutluluk gözlerinden okunuyordu ve benim gözlerimin de ondan farklı baktığını sanmıyordum. Bakışlarımız perçinleşirken yüzlerimiz birbirine yaklaştı ve burnum Asmin'in burnuyla temas etti. Aklımdan şu an neler geçtiğini duyamıyordum çünkü kalbimin küt küt atan gürültülü sesi kulaklarımı dolduruyordu.

-bölüm sonu-

İstikamet Londra                                      (Töre Mecburiyetim kitabı)Where stories live. Discover now