41. Bölüm: su savaşı

12.4K 758 137
                                    


Benim sevgilim mi vardı? Peki bu kızı öperken hatırladığım o al duvaklı gelin kimdi?

Süratle başımı çevirip Boran'a baktım. Sonra Berfin'e, halama ve enişteme. Hepsi suç üstü yakalanmış bir çocuk gibi bana bakıyordu. Ne susuyorsunuz! Söylesenize! Benim kendi evim mi var? Sevgilim mi var? Hepsi birbirine bakıp ne demeleri konusunda kaş göz işareti yapıyorlardı. Sinir katsayılarım artarken "Peki kim benim sevgilim onu söyleyin bari?" dedim dişlerimi sıkarak.

Boran burnunun üzerini kaşıyarak "Angelina B." diye mırıldanınca şaka yapıyor sanarak sinirden bir kahkaha patlattım. "He hafızamı kaybettim ama o kadar da değil Boran," dedim gülmemi yarıda bırakarak. "Doğru söyle benim sevgilim kim?"

"Doğru söylüyorum oğlum, senin sevgilin Angelina B."

"Hadi be!"

"Hadi be!" diyerek iç sesimi tekrarladım. "Benim sevgilim Angelina B. mi şimdi? Hani şu ünlü dansçı? Hani şu taş gibi olan?" diye şaşkınlığımı dile getiriyordum ki karşıdan yeşil gözlü afet hemen atıldı.

"O Angelina kadar kocaman bir taş düşsün kafana emii!"

"Düşsün valla öyle taşa can kurban," diyerek sırıttım. Bu yeşil gözlü ejderhanın daha da zoruna gitmiş olacak ki burnundan solumaya başladı. Gözlerinde anlam veremediğim bir yıkılmışlık varken aynı anda da ateş püskürüyordu.

"İyi defol git o zaman taş gibi sevgilinin yanına!" diyerek masadan kalktı. Bana öfkeli bir bakış atıp arkasını dönecekti ki "Sen kim oluyorsun da beni bu evden kovuyorsun? Gören de seni karım sanacak!" diye çemkirmemle masadaki portakal suyunu yüzüme fırlatması bir oldu.

"N'apıyorsun ya! Delimisin sen!" diye bağırarak ayağa kalktım. Elimle yüzümü temizleyip karşımdaki şahısa öfkeli bakışlar gönderdim.

"Ben değil... asıl deli sensin! Yediğin naneleri unutup hafızamı kaybettim ayağına ortalıkta dolaşan yine sensin!" derken işaret parmağını gözüme sokmak istercesine bana doğru uzatıyordu.

"Madem deliyim... al o zaman!" diyerek ben de masadaki İngiliz usülü çayımı ona doğru fırlattım. Sütlü çayım başından aşağı akarken yeşil gözlü afet kırmızı görmüş boğa gibi yeri yeri tekmeliyordu. Tam bana saldırmak üzereyken halam bir matador gibi araya girerek ikimizi de üzerimizi değiştirmek için üst kata gönderdi. Merdiven basamaklarını iki basamak atlayarak çıkarken gözümün ucuyla masadakilerin güldüğünü gördüm.

Allah Allah bunda gülecek ne vardı ki? Hatundaki kafaya bak! İyi ki bir öptüm sabah, kendini benim karım sandı galiba. Laf sokmalar falan. Tövbe tövbe.

Boran'ın odasına gidip üzerimi çıkardım. İç çamaşırımın üzerine bir havlu sarıp banyonun yolunu tutturdum. Bu şekerli portakal suyunu ancak sıcak bir duş çıkarırdı saçlarımdan. Yeşil afet de aynısını düşünmüş olacak ki banyonun önünde karşılaştık. Üzerinde beyaz bir bornoz vardı ve temiz kıyafetlerini kucağında taşıyordu. Ben onun bornozlu haline aval aval bakarken o benden önce davranıp hemen banyoya daldı. Ne yaptığını son anda anlayıp hemen ardından ben de daldım içeriye.

"Önce ben girdim, çık dışarıya!" diye komut verdi parmağıyla kapıyı göstererek.

"Hayır! Sen çık!" dedim sakin bir ses tonuyla. "Önce sen ıslattın beni, o yüzden yıkanma sırası önce bende!"

"Demek sende ha... al o zaman!" diyerek lavabonun musluğunu açıp üzerime su atmaya başladığında ben de koşar adım duşun fıskiyesini açarak ona doğru tuttum. "Ver onu bana!" diyerek üzerime doğru gelirken yine kızgın bir boğa gibi görünüyordu. Arkaya doğru bir kaç adım attığımda sırtım soğuk fayansa dayanmıştı fakat Asmin'in fıskiyeye ulaşması mümkün değildi çünkü yeşil gözlü afetin boyu oldukça kısaydı. O benden fıskiyeyi alacağım derken, ben de ona vermeyeceğim derken ikimiz de sırılsıklam olduk. O suya uzanamayacağını anlayıp öfkeyle benim göğsümü yumruklamaya başladığında ben büyülenmişçesine onu izliyordum. Gözleri kızınca daha bir güzelleşiyordu sanki. Öfkeden gözü o kadar dönmüştü ki musluğu kapatmak aklına bile gelmemişti. İnadı bırakıp suyun altından çıkmam gerektiğini biliyordum fakat ıslak saçlarıyla o kadar çekici görünüyordu ki bu duruma son vermek istemiyordum. Uzun kirpiklerinden yanağına doğru akan damlalar dudaklarına ulaştıklarında orada can verip ölürken bir damla su ile yer değiştirip ben olmak istedim dudağının kenarında. İçimde dalga dalga büyüyen bu arzuya karşı koyamadım ve kendimi yine onun dudaklarında buldum. Elimdeki fıskiyeyi yere bırakıp onu kendime doğru çekince beklemediğim bir şey oldu. Tokatı basmak ya da karşı koymak yerine bana karşılık vermeye başlayınca gözümde yine aynı anılar canlandı.

Mardin'deki odamda banyodaydım ve suyun altında bir kadını öpüyordum. Dudaklarımı bu kadının gül yapraklarından koparamıyordum bir türlü. Sonra birisi geldi banyoya ve ben sıçrayarak bırakamadığım dudaklardan ayrıldım. Nefes nefese kalarak öptüğüm kadının gözlerine baktım.

Sıçrayarak dudaklarımı yeşil gözlü afetin dudaklarından koparıp gözlerine baktım sorgulayarak.

"Kimsin sen?" diye sayıkladım. Neden karşılık vermişti ki bana? Onu öptüğüm için yeni bir tokat bekliyordum ama o sessizce döküyordu gözyaşlarını karşımda. Ne yani? Beni öperken ağlamış mıydı? Neden ki?

"Neden yapıyorsun bunu bana! Neden bütün dengelerimle oynuyorsun sürekli?" diye ağlarken sanki bu soruları dün tanıştığı birine değil de daha önceden de tanıdığı birine soruyordu. O yeşil gözlerine doluşan nemler kirpiklerinden yanaklarına doğru düştükçe, içime bir kor damlası düşüyordu. Yanıp kül oluyordu içim. Onun gözyaşları neden bu kadar canımı yakıyordu? Beynimdeki yapbozun parçaları karma karışıktı ve ben birleştiremiyordum. Elimi yüzüne doğru götürüp baş parmağımla yanağına düşen damlayı yakaladığımda uzun kirpiklerini kırpıştırarak düşürüp ağlamasını şiddetlendirdi.

"Sus ağlama." diye fısıldadım. "Dayanamıyorum ağlamana."

Neden ağlıyor bilmiyordum ama merhem olmak istiyordum yaralarına. Bu gözler... Bu yaşlar... Bu yüz... Her şey çok tanıdıktı fakat bir türlü tam olarak hatırlayamıyordum. Bakışlarımı öptüğüm dudaklara kaydırırken parmağımı da aynı şekilde kaydırıp hafifçe dokundum az önce öptüğüm kadının dudaklarına. Bu dudaklar da aynıydı... Aynı tat... Aynı dokunuş...

Gözümde yine kopuk anılar canlandı. Kumsal... Kız kulesi... Istanbul...

Sonra bütün bu anılar başa sardı ve ben tekrar döndüm Mardin'deki odama.

Al duvaklı bir gelin odamda beni bekliyordu. Ben yaklaşınca başındaki duvağını sıyırıp bana baktı ve ben dünyanın en güzel yeşil gözlerine tutundum büyülenmişçesine. Etrafımdaki her şey dönmeye başladı ve ben aniden kendimi başka bir odada buldum. Onu kucağımda yatağa taşıyordum... Ve dudaklarım gül yaprakları gibi açılan dudaklara doğru çekilirken titrek bir nefes alarak Asmin'im." diye fısıldadım.

Hafızamda oturan anılar sendelememe sebep olurken "Sensin..." diye mırıldandım dumura uğramış bir şekilde. Yüzünde asılı kalan elimi bedenimin yanına düşürüp bir adım uzaklaştım. Sırtım fayansa dayanınca titrek bakışlarımı tırmandırdım tekrar bana hüzünle bakan gözlere.

"Hatırladım seni." diye fısıldadım. "Sen Mardin'deki odamda beni bekleyen kızın ta kendisisin. Sen, sen Asmin'sin."

Bölüm sonu

Yorumlar bekleyen bir yazar bırakıyorum bölüm sonuna. Boşa bekletmeyin beni olur mu?

İstikamet Londra                                      (Töre Mecburiyetim kitabı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin