⋅Giriş⋅

1K 76 203
                                    

- 26.08.2022 -

Suzan Hacıgarip - Kayıbım Hala

İstanbul, yine sonbaharını tüm derimize işleyen soğuğuyla beraber okulun yolunu tutuyorduk kızlarla beraber.

''Kızlar, ben çok üşüyorum,'' diyen Gizem'le beraber bakışlarımızı ona çevirdik. Üstümdeki montu çıkardım ve Gizem'in üstüne tuttum. ''Az kaldı canım,'' dedim kollarımla onu sararak.

Gizem, benim gibi annesiyle yaşayan, babasından kalan yetim maaşıyla, annesinin de evlere temizliğe gitmesiyle geçimini sağlayan bir ailenin kızıydı. Annelerimiz çok yakınlardı, birbirlerini çok severlerdi. Sanırım kader ortağı olduklarından dolayı birbirlerine yakın hissediyorlardı.

''Güneş, sen üşüyeceksin şimdi.''

Anlayışla gülümsedim. Üşüsem de bunu belli edemezdim. Gizem, hipotiroid hastasıydı, benden çok onun üşümemesi gerekiyordu.

Biz birbirini çok seven, her konuda birbirimizin arkasında duran, bu hayatın tüm zalimliklerine beraber göğüs geren bir arkadaş grubuyduk. Arkadaşta çok kardeş desem daha doğru bir tanım olabilirdi.

Hayattan büyük beklentilerimiz yoktu. Sadece hayallerimiz... Okulu bitirince hepimiz ayakları üzerinde duran, vatanımıza milletimize hayırlı birer evlat olabilmek, ve ailelerimizi mutlu etmek istiyorduk.

''Önemli değil güzelim,'' dedim omuz silkerek. ''Vardık zaten.''

''Ben hemen bir sıcak kahve alıp geliyorum,'' dedi grubumuzu en asi, en güçlü, ama bir yandan en merhametlisi. Bazen doğarken bile ağladığına dair küçük şüphelerim olsa da onu en iyi tanıyan insanlardan biriydim.

''Gerek yok, Merve,'' diye seslendi Gizem onun arkasından. Ama Merve ellerini savurarak onu umursamamış, başından savmıştı. ''Siz olmasanız ne yapardım,'' dedi Gizem bana dönüp mahcup bir şekilde gülümseyerek.

Bu sene, okulumuzda son senemizdi. Yani o muhteşem sınav senesi. Son senemiz olduğu için, dersleri çok uzun tutmuyorlardı ders çalışmamıza izin vermek için. Neyseki hocalarımız anlayışlıydı, aksini düşünmek bile istemiyordum.

Zaten okulun  bursluları olarak, herkesin gözünde yeterince 'ezik' konumundaydık. Okula geldiğimizden beri, bize yapmadıklarını bırakmamışlardı.

Sınıfa girene kadar Gizem montuma iyice sarınmaya devam ediyordu. Ben ise, hızlıca kaloriferin dibine geçmek için harekete geçmiş, buz tutmuş ellerimi ısıtacaktım ki, ayağıma takılan çelmeyle tüm dengemi kaybedip yere yapışmam bir olmuştu.

Ne olduğunu anlamak için başımı yerden kaldırıp, iki elini göğüsünde bağlamış sınıfımızı zengin zorbası Damla'yla göz göze gelmiştim.

''Çok pardon ya,'' dedi pis pis sırıtarak. ''Görmedim seni. Malum hem küçüksün, hem de ezik.''

Merve, Damla'ya gözlerinden alevler fışkırarak bakarak beni hızlıca yerden kaldırdı. ''Zorba mısın sen?'' dedi benim üstümü başımı kısaca göz kontrolü yaparak. ''Ne geçti eline şimdi? Ayrıca sensin ezik. Uğraşma artık, arkadaşlarımdan uzak dur.''

''Sana mı soracağım be, erkek Fatma?''

''Bana bak,'' diye Damla'nın koluna atıldığında Damla'nın arkadaşları da Merve'ye atıldı. O sırada hızlıca kendimi toplayarak, olayların daha fazla alevlenmeden hemen araya girdim.

Merve'ye döndüm. ''Merve,'' dedim ağrıyan bacağımın acısını görmezden gelerek. ''Önemli değil, oturalım ne olur.''

Merve, hala kızgın kızgın bakarken neyseki beni dinledi ve göz temasını kesmeden yerine oturdu.

Bundan sonra günümüz sadece derslere girip çıkmakla geçmişti. Okuldan sonra çalışmaya gidecek olma düşüncesi yüzümü buruşturmama neden oldu, ama dayanmalıydım. Çok az kalmıştı. Üniversiteye gitmek için para biriktirmek zorundaydım. Annem, gelinlik dikerek, bir de dedemden kalan emekli maaşıyla geçinmek zorunda olan bir kadındı.

Üniversite demek de bol bol para demekti. Elimden geldiğince, belli yerlerden de burs almadan okuyamazdım ama kişisel harcamalarım için para biriktirmek zorundaydım. Sadece anneme yaslanarak bu işi yürütemezdim.

Son dersin son dakikalarındaydık. Sıramın üstündeki defter ve kalemimi çantama koymak için çantamın fermuarını araladığımda, çantamın içine bırakılmış siyah bir not kağıdını görmüştüm. Küçük siyah kağıdın üzerine beyaz bir kalemle yazılmıştı kelimeler. Düzgün el yazısı beni kendine hayran bırakmıştı.

''Bu da ne?'' diye mırıldanmıştım kendi kendime. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım neredeyse. Kağıdın hemen yanında duran pamuk şekeri fark ettiğimde şaşkınlığım daha da büyümüştü.

Çantamdan pamuk şekeri ve notu aldığımda öylece ellerime bakmaya devam ediyordum. Bu ne kadar sürmüştü bilmiyordum ama zil çoktan çalmış ve sınıf çoktan boşalmıştı, en yakın arkadaşım Merve ve Gizem'in yanıma geldiğini, Merve elimdeki notu çekip aldığında farkedebilmiştim.

"İnanamıyorum, bu da ne?" diye gözlerini şaşkınlıkla açmış nota doğru bakıyordu Merve. Ben öyle şaşkındım ki notun tek kelimesini bile okuyamamıştım.

"Sesli oku!" diyerek heyecanla konuşmuştu Gizem.

'Yüzünde en ufak bir hüzün bulutu görmeye tahammülüm yok. Çünkü ben varsam, sen mutsuz olamazsın. O yüzden hemen ye şekerini.' Kafam allak bullak olmuş bir halde notu iki kez daha okuyan Merve'ye bakıyordum.

Bu da ne demek oluyordu şimdi?

Merhabalar, yeni kurgumla karşınızdayım. Kusurum olursa affınıza sığııyorum.

Giriş olduğu için kısa tuttum.

Yeni bölümler tüm hızıyla gelmeye devam edecek. Umarım beğenirsiniz, değerli yorumlarınızı bekliyorum. 🤸🏽‍♀️ 💗

ÇOCUKLUĞUM | LiseWo Geschichten leben. Entdecke jetzt