5. | Part 2

269 42 136
                                    

•Yazarın anlatımından•

Bulut, söyledikleriyle genç kızın kalbini çok kırmıştı, biliyordu. Fakat böyle olmak zorundaydı. Bulut'un canı Güneş'i incittiği için daha çok yanıyordu. Ama ona zarar vermemeleri için bunu yapmak zorundaydı. Güneş çiçeğiydi o Bulut için, çocukluğundan beri ona böyle seslenirdi içten içe.

Bulut, salonun ortasında öylece kalakalırken, Semih yanında ona destek olmaya çalışıyordu ama Bulut, bunu istemiyordu. Böyle durumlarda tek başına olmak, sakince kafasını dinlemeyi tercih ederdi.

''Kardeşim, git sen diyorum,'' dedi Bulut sigarasından bir fırt daha çekerken. ''Ben hallederim.''

Semih direkt reddetti. ''Seni bu haldeyken, tek bırakmam.''

Bulut, istemsizce gözlerini devirdi. ''Güneş'i çok kırdım Semih. Bu çok ağır geliyor,'' dedi ağrıyan başını ovalayarak. Böyle zamanlarda başı çok ağrırdı, hemen ilaçlarını alması gerekirdi. Ama yanında bile değildi ki... Semih, şüpheyle Bulut'un karmakarışık ifadesine göz gezdirdi.

''İyi değilsin sen,'' dedi Semih'in telaşı sesine yansırken. Bir yandan çekmeceleri karıştırmaya başlamıştı. ''Nerede lan bu ilaç?''

Bulut, başını bile döndürmeden cevapladı. ''Boşuna arama, burada değil. Ayrıca o soktuğumun ilaçlarını kullanmayacağım. Muhtaç değilim.'' Semih, Bulut'un bu düşüncesine gözlerini devirmeden edemedi. Ona saçma geliyordu, ilaç kullanmakla muhtaçlığın ne ilgisi vardı?

''Ayrıca bana sadece yanlız kalmak iyi geliyor,'' dedi yeni açtığı içkisini bardağa doldururken. ''Gizem'in yanına git haydi, bari sen sevdiğine kavuş.''

Semih, tereddütte kalsa da Bulut'u yormamak için kabul etti. Onu çok seviyordu, birbirlerinin üzerinde çok hakları vardı. Gerçek bir kardeş gibi olmuşlardı. O yüzden onu yalnız bırakacaktı. ''Bir şey olursa, araman yeter. Biliyorsun kardeşim. Hadi eyvallah,'' dedi bir yandan da deri ceketini üzerine geçirirken.

Bulut cevap vermedi.

Cüzdanını çıkardı ve içinden Güneş'in sarışın bir kız çocuğu parkta sallarken, kahkaha atan fotoğrafını eline aldı ve hüzünle ona baktı. Ona zarar gelirse, herkesin dünyasını başına yıkardı. Bulut, Güneş'i o kadar çok seviyordu ki, o olmadan yediği yemeğin tadı, araba tutkunu olmasına rağmen araba sürmenin keyfi bile kalmıyordu.

O yokken, tüm bedeni stres yükleniyordu ve boks yapmaktan başka hiçbir şey dindiremiyordu öfkesini. Soluk soluğa kalana kadar boks yapıyordu, babasına bağırıp kükrese de bu nişan olmak zorundaydı.

Güneş, başka türlü ikna olmazdı.

İstemeye istemeye cebinden telefonunu çıkardı ve babasının numarasını bulduğunda, bir anlığına eli ekranın üzerinde durdu ama bunu yapacaktı. ''Kabul ediyorum teklifini. Yarından itibaren hazırlıklar başlasın.  Ama Güneş'in kılına bile zarar verirseniz, yapacaklarımın sonuçları öyle ağır olur ki...'' dedi tehlikeli bir sesle. ''Ortalığı yıkmaktan bir an bile çekinmem. Asla durmam Adil bey, asla.''

Babasının konuşmasına izin vermeden, telefonu çat diye yüzüne kapattı. Daha fazla o adamın sesini bile duymak istemiyordu.

Fotoğrafı koyduğu yerden geri aldı ve sigarasından bir fırt çekip, ardından içkisini bir yudumda bitirdikten sonra fotoğrafı sıkıca göğüsüne bastırdı. Genç adamın, tüm bedeni buz gibi olmuştu sanki. İçini ısıtan o sıcaklığı Güneş'i öylece bırakıp gittikten sonra hissedememişti. Bulut, dondurucu soğuğu, ruhunu karartana dek içine çekti. Kendisini cezalandırmak istercesine, bu İstanbul soğuğunda ince bir tişörtle kendisini dışarı attı.

ÇOCUKLUĞUM | LiseWhere stories live. Discover now