5-Nişan

25 3 0
                                    

Akşama doğru konak hareketlenmişti. Herkesin bir acelesi vardı. Aslında kadınların bir acelesi vardı. Erkekler rahattı.

Hatta babam ve abim çay bile içiyordu rahat bir şekilde. Erkeklerin çok büyük bir hazırlığı olmadığı için takımları çekip bir kenara oturmuştu. Annem en güzel  elbiselerini eline almış bir şekilde babam abim ve ben üçlüsünün karşısına dikilmişti.

"Mürdüm mü, Lacivert mi?" dedi, babam gülümseyerek, "Sana ne giyersen o yakışır." dedi. Annem güldü, çünkü babamın bu cümleyi karar vermek istemediği zaman kullandığını kendisi dahil tüm konak halkı biliyordu ama annem kesin bir cevap bekleyerek abim ve bana döndü, "Mürdüm." dedi abim.

Ben karar vermemiştim, abim ne dediyse onu desteklemiştim. Annem de hızlıca hazırlanıp, tüm hazırlıklar bittiğinde yola çıkmak için hepimiz konağın kapısına doğru ilerledik.

Kapının önünde, dört kişilik çekirdek bir aileydik şuan, arkamızdan yavaşça tekrarlayan alkış sesleri duyuldu.

Arkasını dönen ilk avel ben oldum, "El birliğiyle sızlatıyorsunuz oğlumun kemiklerini... Aferin, böyle devam edin." Aliye annenin sözlerini ilk işiten ve yüzüne tokat gibi çarpan da ben oldum.

Tam karşıma dikilip, "İstediğin oldu mu Ferhat!?" diye bağırdı, ne dediğini anlamadım, "Ben ne istemişim ki o olacakmış?" dedim.

Ellerini yaklarıma atıp sımsıkı tuttu, "Abinin canına karşılık istediğin evlilik, oldu mu?" dedi, bağırmaya devam ediyordu, konaktaki herkes bize avel avel bakıyordu, "Ne?" dedim. "Ben öyle bir şeyi asla istemedim!"

"Niye evleniyorsun o zaman?!"

Dilşah yengem gözleri yaşlı bir şekilde bana baktı, sanki kayınvalidesinin sorusuna bir cevap vermemi bekliyor gibiydi, "Uzlaşmak için evleniyorum..." dedim, Aliye anne sustu, Dilşah yengem "Madem uzlaşacaktınız, niye konağını bastın Ferhat?" diyerek bana seslendi, "Göstermelik miydi?"

"Canım yandı yenge, hiçbir şey göstermelik değil!" dedim.

"Canın yandı ha, öyle mi?" dedi Aliye anne, yumruk yaptığı elini göğsüme, kalbimin üzerine vurarak, "Şimdi niye yanmıyor o can, niye yanmıyor?!" diyerek haykırdı yaşlı gözleriyle.

Ellerini bileklerinden tuttum, "Sizin hiçbir şeyden haberiniz yok, odalarına geçin ağlayın zırlayın ama bana bulaşmayın!" dedim, normalde asla yapmayacağım bir şey yapıp Aliye anneye sesimi yükselttim. Ellerini bırakı yakamı düzelttim, "Yenge!" dedim. "Hazırla Dila'yı, o da gelecek bizimle..."

Babam ve abim az çok konuya hakim oldukları için bana yaptıkları imalara karşı beni yalnız bırakmayı seçtiler.

"Hayatta göndermem çocuğumu o katillerin evine!" diye bağırdı yengem, "Göndereceksin!" dedim. "Bana burada artistlik taslayacağına, kocanı çok seviyormuş ayaklarına yatacağına git de yeğenimi hazırla..."

"Ben kocamı seviyordum, hâlâ da seviyorum." dedi. Omuzlarından tuttum onu, "O zaman, onun da seni sevdiği zamanlardaki gibi davran. Bir daha da erkek işine karışma." dedim.

Yukarı kata, kızına seslenerek çıktı, Aliye anne bana bakıyordu, sanki bir kozu daha var gibiydi, "Melek için kıydırdın abine..."

"Yok artık!" dedi abim, "O kadar da değil."

"Niye evleniyor o zaman, abiniz ölmeden önce aklınız neredeydi de uzlaşmadınız?" dedi. Bana bakarak, "Bilerek yaptın, Vedat'a gittin 'Abimi vur kızını alayım' dedin öldürttün abini." dedi, "Aşk için değer miydi?

"Aliye!" babamın sesi avluda yankılandı, Aliye anneyi kolundan tutup karşımdan çekti, "Benim oğullarım hainlik yapmaz, hepimiz biliyoruz ki Orhan ve Ferhat çok iyi anlaşıyordu. Orhan şimdi burada olsaydı Ferhat'a git Melek'i vur deseydin, Ferhat vururdu!" dedi.

"Sev deseydi de severdi!"

"Hatun'un haberini gördüm, senin amacın oğlunun hakkını savunmak değil. Aklınca husumet büyüsün istiyorsun." dedi babam, sonra bastıra bastıra, "Ferhat istesin ya da istemesin ben Melek'i gelin alacağım nikahına da seni şahit yapacağım!" dedi.

Aliye anne, "O gün cesedimi bulursun!" dediği sırada Dila ve yengem aşağı iniyordu. Onların yanına adımlayıp Dila'nın elini tuttum, güler yüzle gözlerime bakıp, "Nereye gidiyoruz?" dedi, yengemin gözlerinin içine bakarak, "Çok güzel bir prenses alamaya gidiyoruz." dedim.

Dila ile birlikte kapının önüne gidip durduk, üzerinde pembe bir elbise vardı.

Normalden biraz abartılı çiçeğimizi ve çikolatamızı arabaya yerleştirdiler. Şimdi beş kişi olarak çıkıyoruz konaktan.

Yine o uzun yolu babamın öğütleri ver emirleriyle geçirdik. Arada bir Dila ile oyun oynuyorduk. Onun en sevdiği oyun gıdıklama yarışıydı, çünkü bu oyunu ona babası öğretmişti ve hep babasıyla oynuyordu. Babasının öldüğünü henüz bilmiyordu.

Konağın bahçesinde durduk yine bu sefer Dila'yı abim aldı, çünkü ben o sırada çiçek ve çikolata ile yaşam mücadelesi veriyordum. Aziz yine kapıdaydı ve yine telefonla konuşuyordu.
Kesin Türkan'la konuşuyordu. Ben çelenkten hallice olan çiçeği kucaklayıp çikolatayı da elime alıp arabanın yanından çekildim. O sırada tam karşımdaydı, "O çiçek öyle mi tutulur lan Avanak?" dedi Aziz enseme vurup, "Ya nasıl tutmamı bekliyorsun acaba, Melek'ten büyük çiçek." dedim. Yüzümü tokatlayıp, "Küçük yaptırsaydın!" dedi. "Sen dua et elimdeki çiçek Melek'e!" dedim, "Yere fırlatıp üstüne atlardım burada senin."

"Tamam Ferhat, boş bir vaktinde yaparsın. Ben de sana bir çakarım uzaya uçarsın." dedi. "Gerzek, çekil önümden!" dedim.

"Oğlum bak kaşınıyorsun ha! " dedi, cevap vermedim.

İçeri girip kapıda bekleyen Melek'e baktım, çiçeği ona nezaketle uzattım. Melek kibarca çiçeği ve çikolatayı aldı, "Hoş geldiniz." diyerek bizi içeri davet etti.

Nişan avluda yapılacaktı. Herkes selamlaşıp yerlerine oturdu, Melek'in kuzenleri de buradaydı ve onların çocukları.

Dila onlarla anlaşabildi. Biz de bu ortamdakiler. Bir saat kadar normal havadan sudan konuşuldu, çünkü Aziz Türkan'ı bekliyordu.

Türkan kapıdan içeri girdi, Melek o sırada kahveleri dağıyordu. Herkes kahvesini alıp, ilk yudumunu tadınca babam lafa girdi, "Efendim, sebebi ziyaretimiz belli." dedi, "Allah'ın emri, Peygamber'in kavli ile Melek kızımızı oğlumuz Ferhat'a istiyoruz."

Allah'a şükür benim kahvem tuzlu değildi.

Vedat Ağa kahve fincanın önündeki sehpaya bıraktı, "Valla, gönülleri bir olsun, verdik gitti." dedi.

Gergin değildim sakindim.

Alyanslar takılırken Dila avluya ağlayarak girdi, "Benim babam öldü mü?"

Herkes sustu, Aziz elini alnına koydu, "Allah kahretsin!" dedi, "Kim söyledi?"

Türkan'ın hal ve hareketleri bir anda değişti, avludan çıkarken kolundan yakaladım onu, "Sen mi söyledin?"

Gözlerime korkuyla baktı, bir sevgilisine bir de bana baktı, "Ben sadece Orhan abinin kızı olup olmadığını sormuştum. Hafize dedi, babası öldü onun diye." dedi. Başıma salladım, Dila'nın yanına gittim. Ellerinden tutup, "Küçüğüm, sana yalan söylemeyeceğim, baban cennete gitti." dedim.  "Ama hâlâ senin yanında."

Dila bana sarıldı, "Yanımda mı?" dedi, "Yanında..." dedim...

Kader BozgunuWhere stories live. Discover now