6-Aziz & Türkan

23 4 0
                                    

Mutfakta yemek hazırlıyordum, Aziz aç gelirse diye. Çünkü onların konağında son birkaç aydır huzurlu yemek yenmiyordu. Aziz de, kafasını dinlemek için buraya geliyordu çoğu zaman. Aslında bu ev onundu. Bana bir anahtar vermişti, için sıkıldığında gel kafanı dinle, diyerek.

Şimdi bu evde, o aç gelirse yiyecek bir şeyleri olması için hazırlık yapıyordum.

Arada bir denk gelirdik, Çok göze batmamaya çalışıyorduk. Çünkü buralarda dedikodu çabuk yayılırdı. Aslında bu çevredeki herkes bu evin Vedat Ağa'nın oğlu Aziz Ağa'ya ait olduğunu, ihtiyacı olanları burada misafir ettiğini bilirdi.

Ama şehrin ve mahallenin içinden biri bu eve giriyorsa dedikodu kazanı kaynamaya başlardı.

Buraya gelmek için, çok erken ya da çok saatleri seçerdik.

Akşamın saat 10'u gibi. Annem bilir Aziz'le olan hikayemi, onun derdinin sadece keyif amaçlı, gönül eğlendirme amaçlı olmadığını bildiği için de güvenir Aziz'e.

Uzak geçmişte, Vedat Ağa'nın ailemize çok yardımı dokunmuş, belki de bu yüzden Aziz'e de çok güveniyor annem.

Bilemem... Ama güvendiği kesin.

Tavanın kapağını kapatırken, kapının açılıp kapandığını duydum, "Çiçeğim, burada mısın?"

Aziz'in sesini duyunca mutfaktan çıktım, "Buradayım." dedim, Aziz'in boynuna sarıldım. Saçlarımı kokladı, o saçlarımı çok sever. Canı isterse tarar, örer, farklı modeller dener. Bazen de sadece koklar, okşar...

Mecbur kalıp benden vazgeçse, saçlarımdan vazgeçmez. Öyle bir sevgisi var saçlarıma. Neden bilmiyorum ama saçlarımı çok seviyor.

Ondan ayrılırken, "Yemek yedin mi?" dedim. Başını iki yana salladı, "Şirketten geliyorum." dedi.

"Bu saatte?"
Soruma karşılık sadece başını salladı, "Keşke babanın bir oğlu daha olsaydı." dedim. "Tüm işlerle sen uğraşıyorsun."

Salona doğru geçerken, "Var zaten." dedi. "Kim?" dedim, "Neredeymiş?"

"Kızım hatırlamıyor musun, Harun Amca'yı dolandırıp yurtdışına gitti ya abim." dedi.

"Cihan abiden iş mi çıkar, sen de şimdi..." diye söylendim. Gözlerime baktı, "İşte ondan bir iş çıkmadığı için ben debeleniyorum." dedi gülerek.

"Ferhat'ın ailesi Cihan abiyi tanımıyor değil mi?" diye sordum ona, kanepeye oturup beni yanına oturttu,"İlla bir gün tanışacaklar, iyi bir tanışma mı olur kötü bir tanışma mı onu bilmiyorum." dedi.

"Bildiğim tek bir şey var, eğer buraya dönerse babam onu ortalığı karıştımak için kullanacak." dedi,

"İyi de, düşmanlık bitti, uzlaşıldı." dedim. Kolunu omuzuma atıp beni kendine yaklaştırdı, "Bizim için bitti ama Cihan için bitmemiş olabilir." dedi, "Neticede onların Cihan'dan haberi yok ama Cihan'ın onlardan haberi var."

"Kötü bir şey olur mu?" dedim, omuz kaldırdı, "Hiçbir fikrim yok." dedi.

"Neyse, boşverelim bunları." dedim, "Biz ne zaman evleniyoruz?"

"O nereden çıktı?" dedi, gözlerine baktım, "Kilerdeki kilimin arasından çıktı Aziz!"

Beni kendine iyice yasladı, "Önce bizim kızları sorunsuz bir şekilde baş göz edelim." dedi, "Kırk gün, kırk gece tüm Urfa'nın bütün sokaklarında düğün yapacağım."

Başımı omzuna koydum, "Ne zaman işte?" dedim, saçlarımdan öptü, "Bilmem, sen ne zaman istersen o zaman." dedi

Dizinin üzerinde duran elini tuttum, "Yemek yiyelim mi?" dedim.

"Olur, yiyelim." dedi. Ayağa kalkıp, mutfağa ilerledim. Aziz peşimdeb gelip mutfak masasının altından bir sandalye çekti. "Ne yaptın bize?" dedi, gülmseyip tavayı elime aldım, "Tavuk..." dedim.

Yüzünü ekşitti, "Tavuk?" dedi, başımı salladım, "Evet ama çok güzel oldu." dedim. Başını iki yana salladı, "Hayatta yemem ben onu!" dedi, Tavadaki soteyi tabaklara koydum.

Tabakları masaya koyup, çatal bıçak almaya doğru döndüğümde Aziz'in öğürmemek için zor durduğunu fark ettim.

"Yemesen bile köşesinden bir tanecij alıp tadına bak." dedim, çatalları masaya koyarken, "Beni mi kıracaksın?" dedim.

Gözlerime baktı, "Midemi bulandırıyor." dedi. Çatalı tavuğa geçirip ağzına doğru uzattım başını geri çekti, "I ı!" dedi, "Lütfen!" dedim, "Üzme beni..."

Zoraki ağzını açıp tavuğu yedi. Çiğnerken nefes alamamıştı, gülerek onu izliyordum, şimdi beni kırmamak için nefret ettiği o yemeğe çok güzel diyecekti, "Nasıl?" dedim, zorlanarak yuttu, "Güzel ama sen yaptığın için." dedi.

"Başkası yapsa yermiydin?" dedim, kaşlarını çatıp, "Annemin yaptığını yemiyorum ben, başkasının yaptığına elimi bile sürmem!" dedi. Demek ki bana özel bir şeydi.

Yemek yeme faslı bitene kadar, onu tavuk yemeye zorlamıştım. Sinirli sinirli, bana söylene söylene yemişti yemeği.

Masayı birlikte topladık, ocağın üstüne çay suyu koyarken ona baktım, "Yarın sabah, Melek'le beraber kahvaltıya gidelim mi, nişanlısı da gelsin." dedim.

"Bakarız." dedi, "Ama yarın olmaz."

"Neden?" dedim, yukarıdaki dolaptan iki tane çay vardağı çıkardı, "Aceleye gelmez bizde böyle işler, önce bir kendileri görüşsünler. Sonra biz dahil oluruz." dedi.

Haklıydı, "Ki zaten, ikimizin ortada görünmesi biraz abes olurdu." dedim. "Saçmalama, neden abes olsun?" dedi.

"Sen ağa oğlu, ben pazarcı kızı... Zıt kutuplar." dedim, "Birbirini çeker..." dedi.

Gözlerine baktım, koyu gözlerinde gülen bir ifade vardı. "İnsanlara ve onların saçma düşüncelerine bu kadar takılmak seni sağlığından eder, bu da beni üzer." dedi. "Ve ben, üzülme duygusundan nefret eden bir insanım, seni üzenin canını yakarım."

Birden bire, çay kavanozunu bana uzatırken, "Sen ara Melek'i, çağır kahvaltıya." dedi. "Gidiyor muyuz?" dedim. Başını salladı, "Dedikodumuzu yaparlar." dedim. "Yapsınlar..." dedi.


Kader BozgunuWhere stories live. Discover now