11- Çaresiz

3 0 0
                                    

Akşam vakti iki aile yine toplandı,bu aralar bizim konakta bir araya geliyorduk. Aliye hanım bizimle husumetini bitirmeyi başaramadığı için biz o konağa çok gitmiyorduk. Ferhat, Melek ve ben balkonda oturuyorduk. 

Melek benim kartlarımı bulmuştu, sıradan ama eğlenceli genel kültür oyunlarıydı. Sıra sıra birbirimize sorular soruyorduk. Konağın bu balkonundan aşağıya merdiven iniyordu, balkon konağın arka tarafına bakıyordu.

"Abime soracağım bu sefer." dedi Melek, bana dönüp elindeki karttan rastgele sorular sormaya başladı, şuan telefonlarımı açmayan, mesajlarıma dönmeyen kızla defalarca kez bu oyunu oynamıştım, cevaplar ezberimdeydi artık. 

Bizim çalışanlardan biri yanımıza geldi, "Aziz ağam, dışarıda bir adam var. Sizinle görüşmek istiyor." dedi. Başımı ona çevirdim, "Kim?" dedim. Gergin bir şekilde "Adı Şükrü, Türkan'ın babasıyım, dedi."

"Gecenin bu saatinde, ne oluyor?" dedi Melek, "Şimdi anlarız, çağır gelsin." dedim. Adam gittikten iki dakika sonra Şükrü amca telaşlı bir şekilde yanıma geldi, "Aziz oğlum, Türkan'dan haberin var mı?" dedi. Ayağa kalktım, "Şükrü amca, bir otur soluklan." dedim. Kendi kalktığım yere onu oturttum, "Belki buradadır diye geldim ama görünürde yok." dedi. 

"Eve gelmedi mi?" dedi Melek merakla. Şükrü amcaya baktım, "Abinle pazardan gittikten sonra bir daha haber alamadık." dedi, "Arıyoruz açmıyor, mesaj atıyoruz dönmüyor. Gecenin bu saatine kalmazdı hiç." 

Melek bana baktı, "Başına bir iş mi geldi acaba?" dedi. Elimi enseme attım, "Kalkın." dedim, "Kalkın arayalım!" 

Ferhat ayaklandı, "Önce karakola gidelim." dedi. Odama doğru ilerledim, içeri girip derin bir nefes aldım, dolaptaki kasadan babamın bana yıllar önce hediye ettiği tabancayı alırken bir yandan da şansımı deniyordum, belki açar diye Türkan'ın numarasını çeviriyordum. 

Bir elimde telefon bir elimde tabancayla odadan çıkarken kapıda beni bekleyen çifti gördüm. Ferhat Melek'in elinden tutmuştu. Göz ucuyla onlara bakıp aşağı indim, peşimden geldiler, bahçede durdum, Ferhat kolumu tuttu, "Ben Melek'i yalnız bırakmayayım, sen kendiysen dağılalım, ha yok değilsen-" dedi, "Dağılırız." dedim. 

İki sene boyunca daha hiç böyle bir şey yapmamıştı, arabalara bindik. Bugün onu son kez gördüğüm yere, Erik ağacına gitmeye karar verdim. Belki orada uyuyakalmıştır, daha önce olmuştu böyle bir şey ben yanındayken. 

Erik ağacının yoluna düştüğümde tekrardan telefonumdan onun numarasını çevirdim. 'Aradığınız kişiye şuan ulaşılamıyor.' en nefret ettiğim şeydi. Özellikle sevdiklerime ulaşamadığımda duymak canımı yakıyordu. Bundan iki sene önce, onu tanımadan önce hiçbir şey canımı yakmazdı.

Erik ağacının altına gelip baktığımda kimse yoktu ama yerde biri ısırılmış biri tam iki erik tane duruyordu.  Eriklerin yanında parlayan bir şey vardı, o şey ona geçen sene hediye ettiğim küpenin tekiydi... Eriklere gelince daha bugün onun için toplamıştım. Onu buradan birileri götürmüştü. Telefonumu çıkardım, Ferhat'ın numarasını buldum, telefon açılınca karakolda olduklarını öğrendim, "Ferhat, Türkan'ı biri götürmüş." dedim, "Karakoldan ayrılmayın geliyorum." 

Karakol yoluna düştüm, ellerim titriyordu, şuan kimin elindeydi ya da kimin yanındaydı bilmiyordum. İlk defa onun başına gelen bir şeyde bu kadar çaresizdim, çünkü bu sefer o  yoktu... 

Karakolun kapısında durdum, Şükrü amca da buradaydı ona da bugün kızının benimle birlikte güvende olduğunu söylemiştim... Bana baktı, "Senin bir suçun yok, bulunacak Allah'ın izniyle." dedi. 

Ferhat'a baktım, "Yaptınız mı ihbar?" dedim, başını salladı, "Yaptık da, yirmi dört saat geçmediği için bir şey yapamıyorlarmış." dedi. "Hay ben o yirmi dört saate!" diye çıkıştım, "Bir bok yapmıyorlar ölüsü ortaya çıkınca da teselli etmeye kalkıyorlar!"

"Ferhat!" dedim, "Sabaha kadar dolanıyoruz, tanıdığı tanımadığı, tanıyan tanımayan kim varsa hepsini tek tek geziyoruz, onu bulana kadar konağa dönmüyoruz." 

Başını salladı. Melek'e bakıp, "Melek, sen de Şükrü amcayla eve geç." dedim. Ferhat'ın elini tutup, "Ben de geleyim sizinle, ben de sorayım beni görürlerse belki halimizden anlarlar, yanlış anlamazlar." dedi. Başımı salladım, "Tamam gel." dedim. 

Bildiğimiz her evi gezdik, sabaha kadar dur durak bilmedik, kimsenin haberi yoktu, birkaç kişi daha bize katıldı.

***

Şafak vakti, hafif alaca karanlıkta dönüyordu memleketine, buraya kadar yol kat edip de bir anda yakalanmak istemiyordu. Arabanın arka koltuğunda rahat bir şekilde oturup doğudan gelen sarı ışıklara bakıyordu camdan. 

Şoförü bir anda fren yapınca önüne baktı, "Ne oldu?" dedi, Şoförü arkasına dönüp, "Sen baksan iyi olur abi." dediğinde arabadan aşağıya indi, arabanın önünde, beyaz gömleği mavi kotuyla genç bir kız yatıyordu yerde. 

Üzerindeki kıyafetler yırtılmış, ayakları çıplak, saçları yüzünü kapatmış genç bir kız. Onun yanına diz çöküp eliyle saçını açınca gördüğü yüzle aklına geçen sene buralarda yalnız bıraktığı kardeşi geldi. Yüzündeki darbe izlerine baktı kızın, biri onu fena pataklamıştı.

"Türkan..." diyerek fısıldadı adını, "Ne yaptılar sana?"

Türkan'ın dudaklarından tek bir kelime çıktı, "Aziz..." 

Türkan'ı kucaklayıp arabaya doğru ilerleyince, sayıklamalar arttı, "Aziz... Aziz..." 

"Geldim, geldim buradayım abim!" dedi Cihan, "Götüreceğim seni Aziz'e." 

Kader BozgunuWhere stories live. Discover now