11/this place is a shelter

1.5K 168 34
                                    

ᴱn yıkıcı, en muhteşem ve en sefil vakitlerimi geçirdiğim bu evde, her şeye rağmen çektiğim o yabancılık duygusundan çok uzaktım o an. Yuva demek için çok erkendi belki de; ama güneşin hiç uğramadığı bu falezde ben, yeni bir güneş sisteminin içinde gibiydim.

İçimde yeni olgular, yeni duygular filizlenip boy atıyordu her geçen saniye. Ben kasıklarımdaki sızının sarhoşluğuyla bej rengi yorganlara sarılmış yatarken güzel şeyler düşünüyordum.

Oysa içeride büyüyen tüm o çiçek ve ağaçların arasında şüphe, yabani bir ot gibi bir anda türeyiveriyordu. İşin acı tarafıysa yokoluşundan güç alarak kendini her defasında daha kuvvetli bir halde yeniliyordu.

• • •

Bucky'nin sebepsiz yere benden özür dilemesinin üzerinden yaklaşık bir ay geçtikten sonra kendime artık bir uğraş bulmam gerektiğini fark ettim. Evdeki kitapları okumaktan daha farklı, daha oyalayıcı ve dinlendirici bir şeye ihtiyacım vardı.

Bu isteğimi Bucky'e açtığımda bana ne tür şeylere ilgim olduğunu sordu. Açıkçası bu her ne kadar sıradan bir soru olsa da, bizim durumumuzda oldukça tuhaftı. Yaklaşık altı aydır aynı evde yaşıyorduk, birlikte olmuştuk fakat birbirimizin hakkında hâlâ isimler dışında bir bilgimiz yoktu.

"Bilemiyorum, ara sıra annemin serasına giderdim. Bitkilerle uğraşmak hoşuma giderdi. Baksana, evin arka tarafına ufak bir bahçe yapabilirim?" diye sordum uzunca süren sorgumun ardından. Bu fikir beni eski anılar nedeniyle üzse de, bir o kadar da heyecanlandırmıştı. Uzun zamandır yaptığım tek şey kös kös oturmaktı, işe yarar bir şeyler yapacak olmak beni mutlu ediyordu.

"Olabilir." Elindeki zımparayla tahtadan oyduğu atın sırtını düzeltiyordu. "Yarın gerekli malzemeleri almak için kasabaya gideriz, sana da yeni kıyafetler almak gerek."

İstemsizce üzerimdeki kazağa kaydı bakışlarım. Mevsim olarak yaza giriyorduk -aslında burada yaz sanıldığı gibi sıcak geçmiyordu, sadece normalden daha ılıktı- ve kazak yerine daha ince şeyler giymem gerekiyordu. Onu onaylayarak yaptığı işi izlemeye devam ettim.

Nasırlı eli oldukça maharetliydi, yaptığı biblonun ayrıntıları ustadan çıkma gibiydi. Ona bir kez daha hayran olmaktan alamadım kendimi. Yıllardır burada yalnız başına yaşıyordu ve her ihtiyacını kendi karşılıyordu -ve üstelik delirmemeyi de başarmıştı.

Onun yerinde ben olsam ne kadar dayanabilirdim acaba?

Muhtemelen ikinci hafta açlıktan ölürdüm çünkü yemek yapmakla ilgili hiçbir halt bilmiyordum -beceremiyordum da zaten-. Eğer para kazanıyor olsaydım kendime bir aşçı tutabilirdim tabii, veyahut yemeklerimi dışarıda yerdim.

Kafamda kurduğum bu ihtimallere gülerken zihnimin bir köşesinden gelen bir fısıltı gülümsememin suratımda çürüyen bir meyve gibi solmasına neden oldu.

Bucky bildiğim kadarıyla çalışmıyordu, peki bu paraları nereden buluyordu?

Büyük bir ciddiyetle işine odaklanmış yüzüne baktım, derinleşmiş alın çizgilerine ve gölgeler düşmüş gözlerine. Hâlâ onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum.

"Bir sorun mu var Ophelia?" Bakışlarını tahta attan çekmeden sordu. Dalmış gözlerimi hareketlendirip başımı iki yana salladım.

"Sadece bu şeyi nasıl başardığını düşünüyordum, gerçekten kusursuz görünüyor."

Yarım ağız gülümsedi -onu çok az gülümserken görüyordum, benim için nimet gibi bir şeydi bu. Zımpara ve atın yoldaşlığını bir anlığına bölüp kollarını açtı ve elleriyle ufak bir gel işareti yaptı. Oturduğum köşeden emekleyerek bacaklarının arasına yerleştim.

"Önce zımparayı şöyle tutuyorsun," dedi sağ elimi avcunun içine alıp siyah şeyi elime tutuştururken "ardından atı tut." Direktiflerine uyup devamını bekledim, göğsü sırtıma dayalı, ağzı yanı başımdaydı. Kalbimin hızlandığını hissediyordum.

"Daha önce hiç ata bindin mi?" dedi ellerimi hareket ettirirken.

"Bir defa, bir midilliye."

"Onun sırtındaki kıvrımı hatırla ve ona göre hareket ettir zımparayı. Çok sert olma, yavaş yavaş, sanki atın sırtını okşuyormuşsun gibi."

Hareketlerimi izlerken o, ben de onu izliyordum. Az önce zihnimde oluşan tüm kara bulutlar dağılıvermişti işte bir anda. Ben yine zavallı bir şekilde aşık ve muhtaçtım.

Onu izlediğimi farkedince bana çevirdi kafasını, gözlerimizin buluşmasıyla titredim. "Sanırım seni seviyorum." diye kaçırdım ağzımdan.

Keşke kaçırmasaydım.

Gözbebeklerinin bir anda nasıl büyüdüğünü, yüzünün aldığı o şok ifadesini en ince ayrıntısına kadar görmüştüm ve utançtan ölmek istiyordum şu an. Eğer mümkünse, birazdan benim yerimde bir domates salçası belirecekti.

"Ben özür dilerim, öyle demek istememiştim." dedim ondan uzaklaşırken. Elim ayağıma dolaşmış, atı ve zımparayı bir köşeye bırakmıştım. Koşup uzaklaşmak istiyordum bu evden.

Birlikte olmuş olabilirdik fakat bu onun beni sevdiği anlamına gelmezdi. Yani insanlar sevmeden de sevişebilirdi, aramızdaki şeyin bu kadar derin olduğunu düşünecek kadar aptal olmamalıydım.

Ama bir an -kabuslar görerek kucağımda uyuduğu sabah- onun da beni sevdiğini sanmıştım.

Gitmek için hareketlendiğim sırada kolumdan tutup beni durdurdu. "Bak Bucky, üzgünüm, cidden. Bunu hiç demedim varsayalım tamam-" Beni yeniden az önceki yerime oturttuğunda çenemi kapayıp burnumun dibindeki gözlerine odaklandım.

"Ben de seni seviyorum Ophelia, fakat bu sadece sana zarar verir. Ya ölmek ustalığını kazanırsın, ya da korku biriktirmek yetisini*. Canını yakmak istemiyorum."

"Canım yanmaz artık," dedim yüreğim hızla çarparken "olduğum yerden daha derini yok."

Sessizce tarttı söylediğim şeyleri, ben de o sırada dile getirdiği gerçeği sindirmeye çalışıyordum. Kalbim kanat çıkarmış olabilirdi orada öylece durup yüzünü izlediğim vakit.

Neden sonra, dudaklarıyla örttü sessizliğimizi. Ellerimi sarıp boynuna, tutunurken ona, daha iyi olmayı diledim, çok daha iyi olmayı.

• • •

*bu kısımda "aysel git başımdan" dan
alıntı yapmasam ölürdüm herhalde
çünkü bana kalırsa bu çiftin
şiiri kesinlikle bu olmalı

A New Sun | BarnesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin