10/a stutter

1.6K 178 27
                                    

ᵞorgun ve üzgün olsa da kişi, gün doğarken kalkıyor ve çekine çekine ilgi duyuyor yaşlı bir adama, çenesini son korkuya dayayıp görüyor kırılmış bir dağı kucaklayan, bazı anlar hiddetle döven dalgalardaki öfkeli, aynı zamanda ürkek aksini.

Ve aynı insan ancak o zaman anlıyor, sevmek biraz alengirli bir eylem, neyin doğru olduğunu ve kimin seni yere atıp tekmelediğini göremiyorsun o mercekten bakarken.

• • •

Uyandığımda Bucky hala göğsümün üzerinde uyuyordu. Battaniye üzerimizden kaymış, onun çıplak tenini bazı yerlerde açık etmişti. Düzeltmek için uzandığımda teninin buz kestiğini fark ettim, hasta olacaktı.

Gökyüzünü kaplayan bulutlardan dolayı yorum yapmak zordu fakat öğlen saatlerinde olduğumuzu sanıyordum, hava sabahkine göre biraz daha ılımlıydı. Aynı şey benim için de geçerliydi tabi, sabahkine göre daha sakindim ve daha berrak bir zihinle düşünebiliyordum.

Sabah kafamda kurduğum onlarca ihtimal şimdi çok çocukça ve fazla paranoyak görünüyordu gözüme. Kesinlikle içimde kötü bir taraf yoktu, ben onu gerçekten sevdiğim için yapmıştım bunu. İçimdeki bir yan kuvvetle buna muhtemel veriyordu ve ben de onu dinlemeyi seçiyordum.

Tüm herkesi ve her şeyimi kaybetmenin acısıydı bu yalnızca, insanlara olan güvenimi -en başta da kendime- kaybetmiştim ve bu yüzden her can yakıcı hadisede parmağımla en yakınımdakini göstermeyi adet edinmiştim. Fakat artık bu yanılgıya düşmemeliydim, ailemin tüm fertlerini teker teker kaybettikten sonra buluşmuştum Bucky'le, onu da kaybedemezdim.

Karışmış saçlarının perdelediği çehresini izledim büyük bir hayranlıkla. Onun bir türlü çözemediğim muamması beni elbette öfkelendiriyor ve bazı anlar ürkütüyordu fakat öteki taraftan bu bir o kadar da cezbediciydi. Gördüğü kabuslarından ve sabahki telaşından aramıza ördüğü duvarların ardında oldukça savunmasız bir şeyi sakladığını fark etmiştim.

Bucky tehlikeli değildi, sadece kendini korumaya çalışıyordu, aynı bir zamanlar benim de yaptığım gibi.

Kendimi ondan daha üstün göremezdim, sebebi ne olursa olsun birini öldürmüştüm ben, ellerimde bu kanla saklanmıştım ona ve o yine de buyur etmişti beni evine. Ben şimdi onca asılsız yalan nedeniyle sırt dönemezdim ona. Zaten bunu yapacak gücü de bulamıyordum kendimde. Zavallılık derecesinde tutunacak, sarılacak bir dala muhtaçtım.

Hesabımın üzerinden belli bir vakit geçtikten sonra uyandı Bucky. Şişmiş suratıyla ilk önce şaşkınca süzdü etrafını, refleks olarak kolları üşüyen bedenini sarmıştı. Battaniyeyi onun üzerine örttüm yerinden kalkarken. "Kazak getireyim demiştim."

Şimdi griye kaçan gözleri beni buldu, bir şey söylemek için aralandı dudakları. Daha sonra benden geride, arkamdaki bir şeye takıldı bakışları. Kaşları çatıldı.

Tam arkama dönmek için hareketlendiğimde yanağımdan tutup beni durdurdu. "Sen eve geç Ophelia, ben birazdan geleceğim."

"Bir sorun mu-"

"Ophelia, içeri geç."

Başımı sallayarak ona itaat ederken ayaklandı ve gördüğü şeye gitmek için hareketlendi. Karşısına geçip battaniyeye sıkıca sarılmasını sağladım, cidden hasta olacaktı.

Yaptığım şey karşısında biraz şaşkın fakat -büyük ihtimal gördüğü şey yüzünden- öfkeli, bir kez daha içeri girmem gerektiğini söyledi ve ben de fazla uzatmadan eve koşturdum. İçeri girdiğimde vakit kaybetmeden mutfak camına koşup Bucky'nin yöneldiği kısma baktım.

Söğüt ağacının karşısında bir erkek silüeti duruyordu.

Kasabadakilerden biri olması ihtimaliyle titredim. Artık Ravian hakkında hiçbir halt duymak istemiyordum, aynı zamanda onlardan gelebilecek herhangi bir olumsuzluğu da. Ben yeni bir yaşam kurmaya karar vermiştim, neden hala peşimdeydiler ki sanki? Benim orada bulunduğum zaman diliminde hiçbirine bir katkım olmamıştı, bizi var eden tek kişi annemdi ve o da artık yoktu. Şimdi buraya gelmelerinin sebebi neydi?

Bucky yanına vardığında adam parmakları arasındaki bir şeyi dudakları arasına sıkıştırıp -büyük ihtimalle bir sigaraydı- tokalaşmak için elini Bucky'e uzattı ama Bucky ona karşılık vermek yerine bakışlarını eve yöneltti. Hızla pencerenin önünden çekildim.

Ne konuştuklarını deli gibi merak ediyordum. Bucky gelince ona sorabilirdim fakat büyük ihtimalle sorumu yanıtsız bırakacaktı. Bu yüzden bir süre daha onları izleyip tavırlarından bir çıkarımda bulunmaya çalıştım.

Dakikalar süren hararetli konuşmalarının -ya da tartışma mı demeli buna?- sonunda adam Bucky'nin omzuna dostça bir samimiyetle -bana kalırsa oldukça eğreti bir şekilde- birkaç kez vurdu ve söğüt ağacının arkasına yönelerek gözden kayboldu. Bucky yerinde beklediği kısa bir dalgınlıktan sonra eve doğru yürümeye başladı. Ben de onları hiç gözetlememiş gibi salona koşup şömineyle ilgilenmeye başladım.

Bir hışımla içeri girdi, çok gürültülü nefesler alıyordu. Ne olduğunu anlamak için suratına baktığımda kaskatı kesildiğini gördüm.

"Hey, o adam da kimdi?" diye sordum ürkekçe ayağa kalkarken. Bakışlarını bana çevirip bir süre süzdü. Gözleri dolu gibiydi.

"Yaptığım her şey için özür dilerim." dedi yavaşça, sonra odasına girip kapıyı arkasından kapattı. Ne olduğunu anlamadan orada öylece kaldım.

A New Sun | BarnesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin